Canım oğlum, uzun zaman oldu sana yazmayalı. Bu arada yazılarımızı biriktirdiğimiz site yasaklandı, sen birkaç santim uzadın, baban bir yaşına daha girdi ve emekli oldu, abin bir sınav daha atlattı, annen birkaç temiz sonuç daha aldı, kış gitmemekte yaz gelmemekte direndi. Hayat aktı...
Geçen gün seninle birlikte bir hafta içi gündüz kaçamağında (annenin bütün kaçamakları gibi sevinç dolu) başbaşa bir alışveriş merkezindeydik. Baban da katıldı bize öğle molasında. Biz üçümüz AVM’deki bir minik trenin minik lokomotifine binip (sen yalnız binmeye korkuyorsun diye) üç beş tur attık. Babanı işe yolladıktan sonra; oyun alanında başbaşa vakit geçirdik. Ve sonra senin koşarak giriş yaptığın oyuncakçıdan “büyük büyük kepçe’ aldık. Pizza Hut’a oturduk. En yeni menüden söyledik. Pizzayı da kolayı da tam ortadan bölüştük.
Sen küçüğüm tam karşıma oturdun. Gözlerimin içine bakarak, gülümseyerek mutlulukla yemeğini yedin. Öyle anlar geldi ki kendimi kapıp koyvermemek için çok tuttum. Miniğim annesiyle ilk randevusundaydı sanki.
Takside bu güzel günün ardından eve dönerken, kokunu içime çektim. Nasıl anlatsam öyle bebek bebek kokmuyorsun sen sanki. Biraz yaramazlık kokuyorsun... Biraz adam adam, biraz uykudan yeni kalkmış insan kokusu... Biraz bebekliğinin yine o hiç bebek gibi kokmayan saç kokusundan izler... Biraz biraz her şeyden, biraz biraz yaşam.
O koku, o randevu, o bakışlar.
Kalbimi ellerinde tutan bir oğul sevgisi...
Yarın yeniden yemeğe çıkar mısın benimle?
27 Nisan 2011 Çarşamba
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)