17 Nisan 2009 Cuma

"Anneyim ben yaaa"

Geçtiğimiz gün taksiyle hastaneye gidiyordum. Yolu yarılamıştık ki taksici "delikanlı hangi okuldasın" dedi. Kısacık saçlarım, sırt çantam yanıltmıştı adamı... Şaşırdım ve ne diyorsunuz der gibi adama bakmaya başladım. Arkasına dönüp "hangi okuldasın delikanlı?" diye tekrarladı. Bir an ne diyeceğimi bilemedim. Ağzımdan gayri ihtiyari şu kelimeler döküldü: "Anneyim ben yaaa". Sonra hastaneye varana kadar güldüm. Adam yol boyunca "yaşını çok iyi şaklamışsın" deyip durdu, ben şaklamışsının saklamışsın olduğunu ancak inmeme yakın anladım. Hiç bu kadar neşeli bir taksi yolculuğu yapmamıştım.

Bu arada gördüğün gibi artık kadınlığımın da büyümüşlüğümün de simgesi olmuş annelik... Alışmışım bu yeni kimliğime... Geceleri senin mırıltılarınla uyumaya ve sen gözünü açtığında uyanmaya alıştığım gibi. Eee ne de olsa "anneyim ben yaaa".

8 Nisan 2009 Çarşamba

Bir berber bir berbere...

Sana daha önce de yazmıştım değil mi; işini bir tür aşkla yapan insanlara duyduğum sevgiyi… Maalesef Adana’da saçımı kestirmek istediğimde yolum bu insanlardan biriyle kesişmedi önce. Kapısını çaldığım kuaför abi, saçımı “lise müdürü sinirlenmiş de ara ara makas atmış” modelinde kesti. Mecburen ikinci bir kuaföre gitmek zorunda kaldım. Fakat bu kuaför saçımın çok kısa olması nedeniyle düzeltemeyeceğini ve erkek berberi saçı olduğunu söyledi. Ben de haliyle “e o zaman bir berbere gideyim” dedim. Berber koltuğuna oturduğumda gözüm öndeki lavabodaydı hep, kesim bittiğinde adamın kafamı oraya eğip yıkaması ihtimaliyle heyecanlanıyordum. Bu abi işini aşkla mı yapıyordu bilmiyorum ama saçımı keserken makasla tarağı birbirine vurarak çıkardığı sesler bende adama karşı bir tür sempati oluşturmuştu. Daha sonra babana bunu söylediğimde berberlerin çoğunun bu sesi çıkardığını söyledi. Ne güzel şıkırtılı bir saç kesme seansı… Artık bu nameleri ancak senin saçını kestirmek için berbere gittiğimizde dinleyeceğim. Yalnız Gözde’ye sözüm var bir süre saç kestirmek yok sana…

Berberden çıktığımda, artık tam bir oğlan çocuğuydum. Saçlarım yarım santime kadar kısaltılmış, ensem bir güzel tıraş edilmişti. Burun kıllarımı yaktırmadan, losyon sürünmeden oradan ayrıldığım için kendimi şanslı sayıyordum.

Neyse eve geldiğimde babana bu yeni halimin fotoğraflarını gönderdim. Baban çok beğendiğini, pek de yakışmış olduğunu söyledi. Şimdi oğul söyler misin bana, bu her şart altında anneni beğenen ve yaşadığı abuk olayları her defasında sadece gülerek karşılayan adamın karısı olmak dünyanın en güzel şeyi değildir de nedir…

Çok özledim, çoook…

Babamın seni sevişi

Babam yani senin deden öyle güzel seviyor ki seni… Sevgisini ancak uzaktan hissettiren bu adamın torunlarıyla arasındaki bütün sınırları kaldırmış olması; torununun peşinden kaydırağa çıkması örneğin veya zaman ve mekan fark etmeden her an torununun elinden tutup bakkala gitmeye hazır olması şaşırtıyor beni. Mutlu ediyor.

Sabahları onun sana olan sevgi sesleriyle uyanıyorum. Oturma odasının kapısından seni sevmek için uzatıyor kafasını. Kucağında sen ona gülümserken şen kahkahalar atıyor. Ve kızıyor bize klima eğer doğrudan yüzüne üflüyorsa sıcak havayı.

Tüm bunlar olurken içimi tuhaf bir mahcubiyet kaplıyor. Babamın seni böyle coşkulu sevişi sanki bir tür sır gibi geliyor bana. Babaların yeni yönlerini keşfetmek utandırıyor demek insanı. Ama en çok da ölesiye sevindiriyor.

Sanki babam seni her öptüğünde beni de öpüyor.
Seni severken beni de seviyor…