30 Haziran 2008 Pazartesi

Yeğenimin Getirdikleri...

Artık varlığının iyiden iyiye hayatımıza girdiği günlerde bir gün sizin evde annenle oturuyorduk. Annen birkaç gün önce birlikte aldığımız saç boyasını hamileliğinden dolayı kullanmak istemediğini söylerek bana verdi, sonra "aaa ben en iyisi parfüm de kullanmayayım ne de olsa kimyasal" diyerek ananenin bir süre önce yurtdışından getirdiği Cacharel parfümü de vermez mi? Bu kadarla kalsa iyi, biraz sonra kendisinin artık hamile kadınlar için olan vitaminlerden kullandığını söylerek normal vitaminlerini de bana verdi. Bir anda çantam dolmuştu, senin varlığın sayesinde annenin bana devrettikleriyle :))

Akşam eve gittiğimde bunları teker teker kardeşime gösterdim. O da şöyle bir yorum yaptı; hani yeni bebek doğacak olan evlerde büyük kardeş kıskanmasın diye ona hediyeler alırlar ve de bunların hepsini ona bebeğin getirdiğini söylerler, bu da aynen öyle olmuş :))

Bunu annene ve babana anlattığımda epey güldüler şekerim, açıkcası ben de güldüm. Şimdi ne zaman biri parfümümü sorsa "yeğenim getirdi" diyorum.

Annen de bana ne zaman birşey verecek olsa "Bak bunu sana yeğenin getirdi" diyor :)

Düşününce senin hayatımıza getirdiklerini ve getireceklerini; parfüm ne ki, saç boyası ne ki! :)))

İsmin ne olacak?

Pek çok anne baba adayı sancılı ve uzun bir süreç sonunda bebesine isim koyar. Babanla benim için ise durum hiç de böyle olmadı. Daha sen bir haftalıkken karşılıklı dökülüverdik. Kız olursan ben kesinlikle isminin İdil olmasını istiyordum, erkek olursan da baban Fırat... İkimizin de içine sindi bu isimler ve kararımızı çok çabuk verdik. Hatta anneannen bu isimleri öyle benimsedi ki Migros'ta gördüğü İdil kolonyalı mendilleriyle bile bir duygusal bağ kurup alışveriş çantasına atıverdi.

Bir iki ay içinde adınla çağırmaya başlayacağız seni. Heyyo.


30 Haziran Pazartesi; sadece senin için.

Çok güzel günler göresin sevgili bebek; her anı şiir gibi günler...
Bir pirinç tanesi gibi minnacıktın önce; şimdi yumuk yumuk bir bebek eli kadarsın. Bir bakmışsın gözlerini aydınlığa açmışsın. İşte o aydınlığın güzelliğinde ve her yeni başlangıcın umuduyla sürsün ömrün sevgili bebek. Adını söyleyeceğimiz, yanağından öpeceğimiz zamanı heyecanla beklerken... Başak Ablan.

Peki ne olacak tüm bu yazılar

Buradaki tüm yazılar ve yorumlar senin kütüphanenin ilk ve umarım son olmayan kitabı olacak. Annen keyifle bu kitabın editörlüğünü yürütecek, baban da tasarımını yapacak. Kitabın yazarları ise tüm sevdiklerimiz olacak. Ve çok büyük ihtimalle hayatın boyunca seni sevecek olanlar.

"Seni beklerken" kitabı 9 ay 10 günde yazılacak. Bizden sana ilk hediye...

her şey yolunda

annenin ağzında çubuk (ateş ölçen alet anlaşılsın) görmeyeli üç ay oldu. Her şey yolunda gidiyor, allahım sen aklımı koru.

28 Haziran 2008 Cumartesi

bir merhaba da benden

bir haber böylesine mi sabırla ve heyecanla ve dahası umutla, dualarla, temennilerle beklenir.. bu kadar uzun zamandır, bu kadar satır satır, bu kadar orada-burada-şurada..
annenle benim hamileliğim boyunca konuştuğumuz her anda içimden ya da dışımdan hep annenin de bunu yaşamasını diledim durdum.. annenin yaptığı (benim takip edebildiğim) her testin sonucunu ben de merakla ve heyecanla bekledim. biliyordum ki yakında gelecek o haber.. ama işte, yine de pek hazırlıksız yakalandım: öylece.. kapı eşiğinde.. evime hoşgeldiniz derken, ikinci sözüm "neeeee" diye bir çığlık oluverdi. sonrasında da bir sarılış ki, sen de sarılasın en sevdiklerine öyle umarım!..
o anda bir sıcaklık düştü içime cicim. varlığını öğrendiğimden beri bir kuvvetli sevgi, içimde.. bebek özken.. güzel güzel büyü anneciğinin karnında sen kuzucuk.. bil ki hayallerle, dualarla, umutla, sevgiyle; nice nice tatlı duyguyla bekleniyorsun..

cansuma ne de tatlı bir kardeşsin!

27 Haziran 2008 Cuma

Merhaba

can bebek, canım bebek,
Annenin de söylediği gibi uzun zamandır bekleniyorsun. Heyecanla, sabırsızlıkla, ümitle...
Bu bekleyişi daha sonra ayrıntılarıyla da yazarız her birimiz. Öncelikle senin varlığından ilk kez haberdar olduğumuz günü anlatayım sana; sabah saat dokuza doğru telefonum çaldı, aa bi baktım annen arıyor, kendisi beni çok iyi tanıdığı için (bu tanışıklığı eminim sen de anlayacaksın yaşadıkça) sabah saatlerinde aramaz genellikle. Çok önemli bir şey olmalı diye düşündüm ve "hayırdır?" diye açtım telefonu, "hamileyim" demez miiii! işte o anda başladı seninle maceramız. Ve o andan beri de annen vasıtasıyla devam ediyor :)
Seni bekliyoruz, sabırsızlıkla...
ve hep beraber, her zaman olduğu gibi....

Dikkat dikkat!

Seni benim bir tür "deli" olduğuma inandırmaya çalışacak dahili ve harici düşmanlarım olabilir. Sakın ha onlara inanma.

Sözün özü: Bu konuda babana bile güvenme.

Bekleyiş

14 temmuz için randevu verdiler. Çok uzun geliyor bize bu süre. Birkaç kere yine tıp merkezine gitmeye teşebbüs etsem de bu kez kimi engeller dolayısıyla bir türlü gidemiyorum. Baban sabahları uyandığında hep karnıma koyuyor elini. Seninle iletişiminin ilk adımı bu. Ben de hep içimden konuşuyorum seninle. Seni ne kadar çok sevdiğimi söylüyorum. Henüz duymuyorsun belki ama kimin umurunda...

Geçen süreler boyunca hiç engellemiyorsun beni. Ne kadar uslusun. Ne bir mide bulantısı, ne bir baş ağrısı. Mutlu mesut yaşıyoruz seninle. Senden sonra o çok sevdiğim kahve ve yaz aşkım dondurma en uzak şeyler haline geliyor bana. Baban “en sevdiklerinden nefret ettin ya benden de nefret edersen” diyor. Öyle yakınım ki ona. Onunla kurduğum bu güzel yaşama. Kendimi gerçekten çok ama çok şanslı hissediyorum. Sanki dünyada bir tek onunla mutlu olabilirmişim ve tamamen şansıma onu bulmuşum gibi. Kendimi piyango vurmuş gibi hissediyorum. Hayatın en güzel büyük ikramiyesini almış gibi. Umarım sen de bizimle olduğun için kendini bu kadar şanslı ve mutlu hissedersin. Bunu yaşatabiliriz sana...

Bunlar senin kalp atışların

Yeni bir doktora gidiyoruz. Daha önceden tanıdığımız ve güvendiğimiz biri. Mügenin de doktoru aynı zamanda. Herman İşçi... Kısa bir ön görüşmeden sonra yine ultrason odasındayız işte. Karından bakıyor ve seni göremiyor doktor. Üstelik “gebelik kesesi boş” diyor. Ne düşeneceğimi bilemiyorum. Tuvalete gittiğim ve doktoru beklediğim o anlar öyle uzun ki. Doktor da bir türlü gelmek bilmiyor. Baban içerde oturuyor. Dayanamayıp çağırıyorum yanıma. O da bunu bekliyormuş. Gelip tutuyor elimi. Konuşamıyoruz ama... Doktor geliyor nihayet ve bir başka teknikle bakıyor. Hemen çıkıyorsun karşımıza. Büyümüşsün, içinde minik minik organların bile oluşmuş. Bu da kalbinin sesi diyor. Nefeslerimizi tutuyoruz ve pıt pıt pıt atıyor kalbin. Dakikada 130 kez... Baban çıkışta çok az dinletti kalp sesini diye kızıyor doktora. Bir de lakap takıyor “General Herman”. Çok deneyimli, kimi zaman çok sert kimi zaman da çok sevimli görünen bir doktor. Henüz nasıl bir ilişki kurabileceğimizi kestiremiyoruz. Yine de bir süre görmeyi en çok istediğimiz kişi olacağı kesin. Çünkü onu her gördüğümüzde seni de göreceğiz. Umarım hep sağlıkla ve mutlulukla...

Seni ilk görüşümüz

Doktora gideceğimiz gün gelip çatıyor. Güzel bir gün. Saat 12.00 için nefesler tutulmuş. Babanla buluşup doktoru beklemeye başlıyoruz. Ve nihayet o an geliyor, ultrason odasındayız. İşte ordasın. Minik ve yusyuvarlak bir kesenin içinde sadece bir pirinç tanesi kadar. Her şey yolunda... Öyle rahatlıyorum ki.

İş yerine geliyorum. Hemen dondurma ısmarlıyorum arkadaşlara. Dondurmalar geldiğinde önce bir tuvalete gideyim diyorum. O da ne. Küçük bir kanama geçirmişim hiç fark etmeden. Panikle doktoru arıyorum. Elbette o gayet sakin. Her kanama tehlikelidir; ama henuz bugün gördüğüm için içim rahat diyor. Eve gidip dinlenmemi kanama sürerse yanına gitmemi söylüyor.

Öyle mutsuzum ki... Babanı arıyorum ve taksiye atlayıp eve gidiyorum. Yatıp beklemekten başka yapacak hiçbir şey yok. Bu kadar çabuk mu gideceksin diyorum... Baban da izin almış işten, neyse ki gelip uzanıyor yanıma. Yine o güven veren sevgisiyle, kendinden emin tavrıyla. Bir şey olmayacak merak etme diyor. Nasıl da huzur veriyor bana. Tuvalete her gidiş biraz daha stres oluyor. Ama görüyorum ki devam etmiyor kanama. Baban da ben ne zaman tuvalete gitsem çıkışta beni bekliyor oluyor. Güzel haberler veriyorum ona hep. Belli ki bir yere gitmeye niyetin yok.

Bir kere daha karşımdasın

Anne olmak böyle bir şey olsa gerek. Kaygılar bırakmıyor peşimi. Emin olmak istiyorum sana bir şey olmadığına ve bir başka tıp merkezinin kapısını çalıyorum. Ve işte karşımdasın yine güvenli kesende. Oh be...

Kesin orda mısın?

Sabah bir endişeyle uyanıyorum. (17 Mayıs 2008) Gece yarısı ikinci bir test yapıyorum ve daha da silik çıkıyor. Yoksa diyorum “yok musun?” kararım kesin hemen kan testi yaptıracağım. Baban bu halime gülüyor. O kadar emin ki senin varlığından. Gizli bir güven veriyor bana da onun bu emin hali. Önce gidip kan veriyorum ardından Müge’ye gidiyoruz. Dakikalar geçmiyor sanki. Öyle stresliyim ki doğru dürüst konuşmak bile gelmiyor içimden. Ki tanıyanlar bilir çok nadir yaşarım böyle anları.

Dedikleri saatte arıyoruz, henüz çıkmadı diyorlar yarım saat sonra arayın. Bekleyip yine arıyoruz ve bir erteleme daha. İyice suskunlaşıyorum. Baban sarılıp öpüyor ve bir kere daha deli olduğuma emin olduğunu söylüyor. Bir yandan da anneannen mutlu haberi bekliyor. Ve nihayet vapurda karşıya geçerken arıyorum kliniği. Sonuç 256. Eveeet gerçekten ama bu kez gerçekten hamileyim. Vapurun belki de en mutlu kişisiyim. Baban portakal suyu ısmarlıyor bana ve dayın Barış’a. Bu güzel haber kutlanmalı...

"Sus kimseler duymasın"

En azından kalp atışlarını duyana kadar kimseye söylememeye karar veriyoruz. Sadece birkaç saat için babanla benim en tatlı sırrımız oluyorsun. İşe giderken dayanamayıp Gözde’yi arıyorum. Kaygılı bir sesle açıyor telefonu: “hayırdır”. Bu kez bir çırpıda söylüyorum: “Hamileyim”? Sonrası mutluluk çığlıkları... Öğlen annemle konuşuyorum. İçim içime sığmıyor. Her şeyimi her anımı paylaştığım kadından böyle bir şeyi nasıl saklayabilirim. Saklayamıyorum...

Akşam abin, Gözde ve Tuncay hep birlikte oturuyoruz. Baban geliyor. Gelir gelmez de dayanamayıp veriyor haberi. Abin için de şaşırtıcı bu tabii. Her ne kadar arada bir esprisini yapıp konuşsak da iş ciddiye binince durum farklılaşıyor. Önce “bu yaştan sonra mı?” dese de ardından “yaşamımıza renk katar” diyerek içimize su serpiyor.

Baban “ben de anneme söyleyeceğim” diyor ve babaanneni arıyor. Derken Fatma Halan alıyor haberi babaannenden. Ben madem öyle deyip diğer halalarına haber veriyorum. Müge’yi arıyorum. Aslında hamile olduğu için en çok ona söylemekten çekiniyorum. Bir olumsuzluk durumunda üzülmesin diye...

Barış geliyor. Daha ayakkabısını çıkarırken baban “ablanı üzme sakın ha hamile” diyerek veriyor haberi. Önce anlamayıp benimle konuşmaya devam ediyor, sonra “Neeee!!”. İlerleyen saatlerde abim arıyor. Haberi hemen ona da veriyorum. Sonra babamı arıyorum...

Sadece Ceyda bilmiyor. Eh bir kişiye de telefonda değil yüz yüze vereyim bu haberi değil mi? Ertesi gün zaten orada olacağız bekliyorum.

Upuzun ve çok mutlu bir gün bitiyor. Sabah altıda hiç kimseye söylemeyelim dediğimiz gizimizi yatmadan önce bilmeyen kalmıyor neredeyse... 

Sabahın erken bir vaktinde

Her sabah ateşimi ölçüyorum yumurtlama takibi için. Bu kez her zamankinden biraz daha farklı seyrediyor sanki. Biraz daha yüksek ve düşmüyor bir türlü. Bir önceki teste rağmen bir umut var içimde. Dayanamıyor ve bir test daha alıyorum. Günlerden Cuma. (16 Mayıs 2008). Sabah saat altı civarında açıyorum gözlerimi. Testi de yanıma alıp tuvalete gidiyorum. Baban her şeyden habersiz uyuyor. Kullanma kılavuzunu ne olur ne olmaz diye bilmem kaçıncı kez okuyorum. Ve uygulamayı yapıyorum. Yukarı kaldırıyorum testi ve bu arada ellerimi yıkıyorum. Bir ara kafamı merakla uzatsam da göremiyorum. Ve elime alıyorum testi. Sonrası şaşkınlık, heyecan, mutluluk... evet işte orda o silik ikinci çizgi.

 

Yatağa dönüyorum. Baban da uyanmış. Uzanıyorum yanına. Bir türlü çıkmıyor ağzımdan o kelime, çıkamıyor. Sadece uzanıp dudaklarından öpecek gücü buluyorum kendimde. Sarılıyoruz. Sonra kendime yabancı bir ses çıkıyor ağzımdan “hamileyim”. Baban şaşkın. Gülümsüyoruz. İnanamıyoruz. 

Büyük gün

Bebek haberi alma işini hep özel bir güne getirme hayalim var. Neyse ki bol miktarda özel gün ay ay dağılmış. Ocak-yeni bir yıl, şubat-babanın doğumgünü, mart-babanın ikinci doğumgünü, nisan-evlilik yıldönümümüz, mayıs-anneler günü... Anneler günü özel olarak heyecanlandırıyor beni. Bu anneler gününde anne olacağımı öğrenmek istiyorum. Testim hazır, 11 Mayıs 2008 Pazar sabahı ilk işimin ne olacağı belli. Gelgelelim can çıkmayınca huy çıkmıyor, heyecanıma yenilip Cumartesi sabahtan yapıyorum testi. Ve yine “tek çizgi”... küçük bir hayal kırıklığı yaşıyorum. O gün için planlarımız var. Önce Ceyda’ya gidip minik Cansu’yu görüyoruz; ardından Hüsne ve Ganim kuzenleri. Kadıköy, Üsküdar derken epey yoruluyorum. Eve geldiğimde minik lekeler görüyorum. Meğer o gün rahmime tutunduğun günmüş. 

Hıdırellez

Ahırkapı’da kutlayacağız Hıdırellez’i (5 Mayıs 2008). Erkenden gidiyoruz. İlk saatlerde müthiş eğleniyoruz. Göbek atıyoruz, tempo tutuyoruz, baştan sona yürüyüp duruyoruz. Gece uzadıkça uzuyor sonra, ben yoruldukça yoruluyorum. Bilmiyorum ki kıymetlimin içimde olduğunu. Babana küsüyorum çok yorulduğum için. Tembellik işte...

 

Hıdrellez için tek bir dileğim var yazıp “online” olarak baban ve benim adıma ağaca asılması için gönderiyorum. Bizimle aynı dileğe sahip biri daha var çok uzakta. Anneannen... O da bir gül ağacının altına saklıyor umudunu. Hepimizin dileği; sen.

İlk zamanlar...

Çalışmalara başlayalı 6 ay oldu. Polikistik over sorunu ile cezalandırıldığımdan sana kavuşmamız biraz zaman alacak gibi geliyor bize. Ben yine de her ay “var mısın yok musun?” testlerine mini bir bütçe ayırıyorum. Baban kimi zaman kızarak kimi zaman gülerek takip ediyor bu macerayı. Her ay meraklı bir bekleyiş içindeyim.