23 Temmuz 2009 Perşembe

Bankta bir bebek, yanında bir adam

Bazen öyle oluyor ki buralara hep babanı yazmak istiyorum; babana olan aşkım, babanın şaşkınlıkları, babanın gözyaşları, babanla kavgalar, babanla barışmalar... Hepsini sayfalarca yazmak... Ve kucağındaki sana aşkla bakan babanın yüzlerce fotoğrafını çekmek istiyorum. Upuzun prezantasyonlar hazırlamak istiyorum babanla yürüyüşlerimiz için. Sesim güzel olsaydı bir de sevdiği şarkılardan albüm yapmak isterdim ona.

Dün her sabah ve akşam yürüdüğümüz o yolda, sana ve babana gelirken bir yaşlı adam gördüm. Tek başına uzaktaki otobana bakıyordu. Neredeyse her akşam bir görev gibi... Biraz üzgün bir gündü geride bıraktığım... Sanki bu kez daha çok etkiledi beni adamın duruşu. Yüreğim biraz ezik devam ettim yola, sonra ilerde iki kişi gördüm. Minik bir bebek bankın kenarına tutunmuş çığlık atıyordu ve yanındaki adam gülerek onu arkasından tutuyordu. Meyve ağaçlarının ortasında yaşlı adamla aynı otobana doğru oturmuşlardı. Çalıların arasından yürüdüm ve "Oğlum" dedim sana yine öyle güzel bakıp öyle güzel güleceğini bilerek ve babana dönüp "Cemal baksana ne güzel kırmızı oje sürdüler bana" dedim. Neşelendik... Dönüş yolunda baban ben bütün gün çok üzüldüm diye birkaç küçük gözyaşı döktü; büyük bir aşk ilanı olarak. Sonra senden bahsedip kendimize geldik. Türlü türlü şeyler konuşup güldük, eğlendik. Baban ihmal ettiğim birkaç şey için kızdı bana. Kırmızı ojelerime şaşkın şaşkın baktık arada.

Yürüdüğümüz o yol hayatımızın her günü gibiydi...
Ve babanla geçirdiğim her gün, sonunda meyve bahçesi olan bu yol kadar huzur verici.

16 Temmuz 2009 Perşembe

Fırat'lı hayat, tatlı hayat!

Fıratçığım, kuzucuğum,

Sen büyüdükçe içimizde sevgin de büyüyor sanki. Varlığın her geçen gün içimizi daha çok ısıtıyor. Şahsen ben seni her görüşümden sonra daha çok özlüyorum. Daha da bir sabırsızlanıyorum tekrar görmek için :)

İtiraf etmeliyim ki beni en çok mutlu eden şeylerden biri; beni gördüğünde gülümseye başlamış olman (Herkese gülümsüyor olabilirsin ama konu bu değil, lütfen) Son zamanlarda her görüştüğümüzde bana şöyle bir bakıyor ve hemen dünyanın en sıcacık gülüşüyle, gözlerin parlayarak gülüyorsun. ne yalan söyleyeyim bu da beni pek bir mest ediyor :)

Geçen akşam televizyonda bir filmde 5-6 yaşlarında bir çocukla genç bir adam vardı. Adam çocuğu gezdiriyor, anaokuluna götürüyor, şarkılar öğretiyordu. Birden kendimi "Fıratçığım büyüse de biz de yapsak bunları" diye düşünürken buldum. Sabırsızlanıyorum seni kaçırıp parka, sinemaya, dondurma yemeye, gezmeye götürmek için.

Seninle birşeyler paylaşmak, daha çok paylaşabilecek olmak beni çok heyecanlandırıyor. Umarım sen de böyle düşünürsün :)

Seni çok seviyorum Minik!

"Taktı abicim taktı"

Bu aralar bakıyorum da her şeyle tam bir minik kaşif olarak yakından ilgileniyorsun. Halının tüyleri, babanın göğüs ucu, koltuğun kenarı, balkondaki domates fidesi, bütün kumandalar senin oyuncağın. Her şeyden çok çabuk sıkılıyorsun. Bir süre oynadığın bir oyuncakla yeniden oynaman için o oyuncağı uzun zaman görmemen gerekiyor. Baban senin bu halinle ilgili olarak bana yan yan bakıp "kime çekmiş acaba?" diyor...

Ben de senin gibi bir şeye taktım mı takar, işin cılkını çıkarır sonra tamamen bıkar ve bir daha asla yüzüne bakmam. Bir dönem Metro çikolataya takmıştım kafayı; o kadar çok seviyor o kadar çok seviyordum ki günde iki üç tane yemeden rahat etmiyordum. Sonra bir gün bıktım ve bir daha bakkalda yüzüne bile bakmadım. Herhalde yemeyeli birkaç yıl olmuştur.

Son maymun iştahlılığımdan sen de nasiplendin. "Herkes yavrusuna bir şey örüyor hadi ben de altta kalmayayım" dedim ve beyaz bir yelek örmeye karar verdim sana. Şöyle bir sırtı kaplayacak kadar alanı ördüm fakat o kol kesme denen lanet yere geldiğimde Elife Halan defalarca nasıl yapılacağını anlatsa da bütün hevesimi kaybettim ve olduğu gibi bıraktım senin yeleği. Sonra bari sabun bezi yapayım bundan dedim ve kesip şişten çıkardım. Püskül müskül yapacaktım öyle kaldı. (Tüm bunlar olurken Gözde teyzen senin için üstelik işinin en yoğun olduğu zamanda bir battaniye örüp bitirdi. Hem de modelli). Bu annenin el emeği göz nuru parçası sanırım baban tarafından bir operasyon esnasında çöpe atıldı. Sahi ya benim depresyon çantam ne oldu? Kesin baban atmış veya birine verdirmiştir zorla. Oysa içinde şişler, ipler, ne güzel püsküller, yumak toplar vardı ve canım sıkkınken özellikle de kışsa çok işe yarıyordu. Len Cemal, aynılarını topla bana çabuk kış gelmeden.

Neyse sözün özü, şu an tüm bebekler gibi maymun iştahlısın ama olur da bu hal sürerse suç benimdir. Yalnız sen de benim kadar şanslıysan; umarım benim babanı bulduğum gibi hiç bıkılmayacak bir eş bulur ve yıllarca bu oyuncakla hayatı neşelendiren binbir oyun oynarsın.

Baban benim için yemekten hiç bıkılmayan bir Metro çikolata, içtikçe içilesi gelen bir bardak fındık şuruplu cafe latte, bitmesin diye dua edilen koca bir tencere yaprak sarma.

Yerim ben bu babanı...

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Düşmez kalkmaz bir baban

Haa düşmelerden bahsedince aklıma geldi. Şimdi kimi insan var bütün düşmelerini tek başına yaşamak ister. Ne bileyim bana bir tür güç timsali gibi gelir bu insanlar. Başlarına kötü bir şey geldiğinde en yakınlarına bile "üzülmesinler" diye söylemezler misal... Baban birazcık böyle insanlardan gibi. Bazı konularda sır küpüdür, bazı sıkıntıları tek başına göğüsler. Peki ya annen? Annen ise düşmeleri söz konusu olduğunda tam bir gevşek ağızdır yavrum. En ufak bir yeri ağrısın bire bin katarak anneannene, babana, dostlarına anlatır da anlatır. Onların ilgisinden, onların da o an üzülüyor olmasından bir tür iç huzur bulur. Birazcık bencillik ama böyle ne yapalım.

Ben acılarımı paylaşmazsam deliririm. İşte bu yüzden halan bir kist ameliyatı olacağı zaman bunu sadece babana o da ne olur ne olmaz diye söylediğinde şoka girmiştim. Ben olsam ooo, bütün risk faktörlerini de sıralayarak toplamıştım milleti başıma. Bugün yine kan verirken damar bulunamadığından canım çok yandı ve söylemediğim kalmadı nerdeyse... (Baban "içim sızladı, keşke yaptırmasaydın" dedi de mutluluktan öldüm bittim. Kolumun sızısı geçti gitti sanki)

Sen erkeksin, ilk gruba girersin diyeceğim ama hiç de öyle olmayabilir. Çünkü örneğin dayılarının da benden aşağı kalır yanı yoktur. Barış ne zaman hastalansa arayıp bana bildirir hemen. Bizim ailede "şu rahatsızlığı çaktırmadan yaşayıp geçireyim" diyen bir anneannen vardır oğlum. Onun dışında biz ne zaman düşsek "yahu kimleri toplasak başımıza" diye sevdiklerimizi şöyle bir yoklarız.

Bence sen de bizim gruba dahil ol. Çok eğlenceli.
Ne o öyle tek başına acılara göğüs germek falan, film gibi...

Deneme bir ki

Bu sabah uyandığında seni alıp içeri odaya götürdüm. Yere açtığımız minderin üstüne bıraktım. Kıpırdana kıpırdana kenara kadar geldin. Düştün düşeceksin... "Dur bakayım" dedim "düşsün bir ne olacak". Nasıl olsa 15-20 cmdi hepi topu. Ama o da ne düşer düşmez kopardın yaygarayı, ağladıkça ağladın. Bir yandan üzüldüm sen böyle çok ağladığın için; bir yandan da gözünde ilk kez bir damla yaş gördüğüm için sevindim. Müzi kızdı bana "çocuk deneme tahtası mı?" diye... Aslında biraz öyle bence... Deneye ve (umarım azıcık) yanıla yanıla öğreneceğiz bazı şeyleri. Koltuğun taa kenarına kadar gidip bir kerecik düşmezsen böyle bir şeyin varlığından nasıl haberdar olacaksın. Düşmelisin ama bizim desteğimizle veya kendi kendine hep kalkmalısın. Tabii bir de mümkünse aynı koltuğun kenarından on kere düşüp, kafanı gözünü yarmamalısın.

Bence yaşamın boyunca düşmemeye oynama, düştüğün zaman kalkabilmeye oyna. Daha kazançlı çıkarsın sanki... Öyle ya da böyle düşmemek mümkün olmadığına göre.

Her zaman yapamayız -ve yapmamalıyız da belki- ama sen düştüğünde ne zaman istersen at kendini kollarımıza. Ağla, sinirlen, iç çek... Biz de seninle ağlarız, sinirleniriz, iç çekeriz. Ve sonra hep beraber ayağa kalkıp en yakın tatlıcıya pasta yemeye gideriz.

Nitekim sıkı sıkı sarılıp, üstüne bir dilim pasta yedikten sonra bütün düşmeler vız gelir tırıs gider.