29 Aralık 2008 Pazartesi

Bugün de büyük bir gündü

Bugün teyzenin deyişiyle annen tam kendine yakışacak bir şey yaptı. Öğle molasında birden "ne işim var hala burada" diye düşündü ve pılısını pırtısını toplayıp insanlarla vedalaşıp doğum iznine ayrıldı.

Baban erken ayrıldığımı düşünüyor çünkü ona göre doğuma daha en az iki üç hafta var. Bense neredeyse eminim bir iki hafta içinde kucağımda olacağından.

Aslına bakarsan o kadar sağlıklı ve dinç geçirdim (ve geçiriyorum ki) hamileliğimi, şirketten de gidebilirdim doğuma. Yine de son birkaç haftayı keyif sürerek geçirmek istedim. Sen henüz karnımdayken ve kar evde olma mutluluğunu artıracak şekilde lapa lapa yağmaya başlamışken. Şimdi tek yapmam gereken yarın bu süreyi daha da keyifli kılacak birkaç film ve kitap almak...

Ve kar altında biraz pazar gezintisi yapıp oğluma birkaç parça daha minik şey almak...

Tatlı hayat dedikleri bu olsa gerek...

Yarın büyük bir gün

Yarın saat 12.30'da ya da her zamanki gibi biraz gecikmeyle 13.00'da seni göreceğiz yine. Bu seferki görüşmemizin hepimiz için özel bir anlamı var. Sen yarın büyük ihtimalle 4 kilo civarında olacağın için sezaryen ihtimali kesinleşecek ve general artık doğum için bir tarih verecek. Ve ben çıkışta büyük ihtimalle Obama'dan çalarak gözyaşları içinde "o gün hiç gelmez diyorlardı" diye geçireceğim içimden. 9 aylık meraklı bir bekleyiş oğul dile kolay. Hele benim gibi aceleci bir kadın için...

Gelişin yaklaştıkça duygularım da yoğunlaşıyor iyice. Geçen gün Akmerkez'e konser için gelen bir grup ilkokul çocuğunu dinlerken bir anda gözlerim doldu. Ortamdan hızla uzaklaştım. Büyümüş Fırat'ı gördüm bir an, anne babasının gözüne baka baka şarkı söyleyen...

Seni büyütmek de beklemek gibi güzel bir serüven olacak. Bu şimdiden belli.

25 Aralık 2008 Perşembe

Hepimizin "karnı ağrıyor"

Dün gece yarısı pencereden dışarı baktığımda kar yağdığını gördüm. Sabahki yağmurla karışık şeyi saymazsak senenin ilk güzel karıydı. Hemen abine haber verdim (baban epey erken uykuya dalmıştı). Abin heyecanla dışarı çıktı ciddi ciddi yağan karı görünce pek sevindi göbek attı; "yarın kesin okular tatil" diye. Ben de içimden "okullar tatilse gebelere de şirketler tatil sayılır" diye geçirip sevindirik oldum. 

Abin de ben de gece; ertesi gün pinekleme hayalleriyle uyuduk. Sabah kalktığımızda kardan eser yoktu, üstelik güneş pırıl pırıl parlıyordu. O doğru okula ben doğru işe...

Bu işten, okuldan kaçma hali öyle bir tuhaf ki insanın içine bir kez yerleşti mi 40 yaşına da gelse peşini bırakmıyor. Ben mesela bazen doğum yapacağım gün işe gelmek zorunda olmadığım için bir sevinç duyuyorum. Zaten bu kaytarma, tembellik hissiyatım yüzünden çoğu kişi benim uzun süreli bir işte barınamayacağımı düşünüyordu. Onlara bir oyun oynadım ve içimden sorumluluk sahibi bir kadın daha çıkararak uzun soluklu bir iş hayatına imza attım. 

Tabii bu iki kadın birbirleriyle sürekli mücadele halindeler. Yaşam koşulları hep sorumluluk sahibi olandan yana olsa da diğerinin küçük kaçamakları ve sevinçleri hiç bitmiyor. Elimde değil azıcık kar yağınca, boğazım azıcık şişince içimi acabalı bir mutluluk kaplıyor hemen. 

Yani demem o ki canım oğlum bu hissiyatı yakından tanıyan annen bu konularda oldukça hoşgorülü olacak sana karşı. Okuldan kaçmak veya biraz daha uyumak istediğinde her bahaneyi kabul edecek bir annen var. Çünkü inan sen bu bahaneleri uydururken o da içinden "acaba ben de bu bahaneyle evde kalsam mı?" diye geçiriyor olacaktır.

Yalnız üçümüzün de bu tip kaçamaklar için önünde büyük bir engel var: baban.

23 Aralık 2008 Salı

Biliyorum o halde seviyorum

Dün babanla sinemadaydık. Filmin kötülüğüne bir de salonun sıcaklığı eklenince ikimiz de iyice bunalmıştık. Ara verildiğinde Granita standının önünde buldum kendimi, yalnız bir türlü karar veremiyordum içip içmemeye. Baban içmem için ısrar ediyordu. Ben itiraz ederken bir yandan da içimden içersem kesinlikle kavunlu içmeliyim diye geçiriyordum. Baban benim kararsızlığıma bir son verip çocuğa seslendi birden “bir kavunlu alabilir miyiz?” Çok şaşırdım. Metafizik bir şeylere inanmanın tam sırasıymış gibi görünebilir ama ben öyle düşünmüyorum. Baban o beş çeşit içeceğe baktı ve benimle ilgili tüm bilgilerini süzgeçten geçirerek o an sadece kavunlu içeceğimi “bildi”. Bu kadar basit işte. Baban beni “biliyor”. Ben babanı “biliyorum”.

Bir müddet sonra seni “bileceğiz”. Fırat’ın en sevdiği oyuncak, Fırat’ın güleceği sesler, Fırat’ın korkuları, Fırat’ın en sevdiği meyve, Fırat’ın hangi pozisyonda en rahat uyuduğu... Fırat’la ilgili her şey yazılacak defterimize.

Ve hep birlikte sinemaya gittiğimizde, baban sen daha büfeye yeni yönelmişken, elinde o an almayı düşündüğün çikolatayla belirecek karşında.

19 Aralık 2008 Cuma

Birdenbire

Gündelik yaşam sürerken birden hiç olmadık bir yerde, herhangi bir şeyden sevdiğin biri gelir aklına... Ya da bir an için her şeyi bir kenara atıp sevdiğin kişiyi düşünmeyi çeker canın. Öylesine... Babanla aşkımızın ilk günlerinde, henüz uykum gelmeden heyecanla giderdim yatağa onu düşünmek için. Sadece ona konsantre olduğum, onu hayallediğim bu anlar benim için paha biçilmezdi.

Sonra onu hatırlatacak o kadar çok şey biriktirdim ki birlikte geçirdiğimiz yıllar boyunca, gün içinde birkaç kez onu düşünmemek, hislenmemek mümkün olmaz hale geldi benim için. Ambulans gördüğümde bir keresinde burnunun dibinden geçip hayatını tehlikeye atan ambulansı, alttaki tabağa dökülmüş kahve gördüğümde benim her defasında döktüğüm kahvelerin altına koyduğu peçeteleri, osmanbeyden her geçişimde ilkokul öğretmeninin pastanesini... Saymakla bitiremeyeceğim detaylar, incelikler... Ve onu düşündüğüm bütün aşk dizeleri, aşk şarkıları...

Geçtiğimiz gün de Mehmed Uzun'un bir romanını okurken şu ifade çıktı karşıma; "İhsan Nuri Bey'in karısı ve sevgilisiydi". İşte bu sefer de bir hastane koridorunda, bir romanın sayfalarından çıkıp gelmişti baban.

Kocamdı ve sevgilimdi...

18 Aralık 2008 Perşembe

Ruhun halleri

Yüksek sesle müzik dinlemek ve oynamak ve bira içip seni düşünerek dinlenmek ve dağıtmak ve kaf dağını aşmak ve buzullarda yürümek ve çaresiz kalmak ve çare olmak güzele ve nesli tükenen güzelliklere ve minicik elinden tutup karşı tarafı gözükmeyen mavi denizlere bakmak ve dalgınlığımı bana seslenişinle bozmak ve içi gülen gözlerin öpüşmesiyle kumsalda ayak izleri bırakmak...

17 Aralık 2008 Çarşamba

Kocaman oğlum benim

Dün uzun bir bekleyişten sonra yine karşımdaydın. Sadece 18 günde 900 gram almışsın ve 3300 gram olmuşsun. Bu gidişle bir sonraki randevumuza kadar (30 aralık) dört kiloyu çoktan bulmuş olacaksın. O randevuya kadar gelmeye karar vermiş olmazsan sanırım doğumun için bir tarih belirleyeceğiz artık. 5 Ocak Pazartesi gününe ne dersin? Anneannenle aynı gün kutlarsınız böylece doğumgünlerinizi... Ya da 09.01.09... Pek janjanlı bir tarih... Top iki haftaya kadar sende sonrasında generalde ve bizde.

Sen bu kadar şişko olunca general yine şeker testi istedi benden. Bugünümüz yine hastanede geçti anlayacağın. Bir ara test sonuçlarını beklerken minik bir kız çocuğundan kan aldılar, öyle içli ağladı ki; benzer bir durumda senin olduğunu düşündüm ve gözlerim doldu. Sanırım uzunca bir süre senin gözyaşlarına alışmaya çalışmakla geçecek ve bir süre aşı gibi şeyler için ailemizin nispeten güçlü üyesi baban devrede olacak. Ben daha kendi kolumdaki yara bandını çekip çıkaramazken ve kan vermeye korkarken sana acı verecek işlemlere nasıl dayanayım.

Annelik de bütün sevgiler gibi biraz ceza gibi geliyor bana... Bir ömür boyu sana olan sevgimin bedeli olarak kaygılar yaşayacağım ve senin acılarını da kendiminkilerin üstüne, üstelik kendiminkilerden daha ağır bir yük olarak, koyacağım.

Ne yapalım yaşam sefasıyla, cefasıyla anlamlı ve güzel. Kabul etmeli. Böyle kaygılar yaşatacak kadar çok sevebildiği ve sevildiği için mutlu olmalı...

Senin gibi kocaman sevilen bir kocaman oğlana da elbet kocaman yaşatılan kaygılar yakışır zaten.

15 Aralık 2008 Pazartesi

Annenin doğumu

Fıratım bugün sana annenin dünyaya geliş hikayesini anlatacağım. Ozan dayın iki buçuk yaşında... Tıpkı senin gibi tombul şeker mi şeker. Kıvır kıvır saçlarıyla herkesin ilgi odağı. Çok da akıllı ve uslu çok istediği bir şey varsa anne paranız var mı diye sorar biz var dersek ihtiyacını söylerdi. Cemal deden öğrenci olduğundan zor geçiniyorduk. Tam o sıralarda annene de hamile kalmaz mıyım.

O zamanlar ultrason da yok ki bebeğin cinsiyetini öğrenelim. Ama ben hep kız istiyorum. Cemal deden BERİVAN olsun kız olursa diyor. Berivan'a beşik alalım diyoruz ama ben tam olarak istemiyorum. Cemal dedenin annesi o kadar şeker ki onun adını koymak istiyorum. Ama adı HÜRÜ olduğundan koyamıyorum. Bir gece birden aklıma HÜRÜCAN geldi adı hürücan olacak dedim. Cemal deden de çok mutlu oldu. Ama ya erkek olursa...

Raporum bitti hala annen doğmak istemiyor. Doktor "seni hastaneye yatıracağız" dedi. Ben Cemal dedenle güle oynaya hastaneye yattım. Ertesi gün saat ikide görüş vardı. Odam bahçeye bakıyordu... İkiden önce dedene pencereden el sallayacağımı söyledim. Biz dedenle ikide görüşmek üzere ayrıldık. Ne zaman doğum yapacağımı ikimiz de bilmiyorduk. Ben yattığım gece sancılanmaz mıyım... 1978 Kasım 30! O zamanlar cep telefonu da yok ki Cemal dedene bildireyim.

Ben anneni sabah üçte doğurdum tabii sezeryanla... Uyanır uyanmaz bebeğin cinsiyetini sordum, kız dediler. Öf bütün sancılarımı unuttum, rujumu sürdüm, tarandım süslendim cemal dedeni bekliyorum. Ben nereden bileyim ki Cemal deden sabahtan gelmiş; bir komşumuz vardı şehremini apartmanında Çapa'da hemşirelik yapan onu bulmuş 'bana Güler'den bir haber getirir misin' demiş. Kadın gitmiş dönmemiş. Başka bir hemşireye sormuş, "odasında yok" diye cevap almış. Eyvah öldü galiba diye saat ikiyi zor etmiş.

Saat ikide yüzü sapsarı bir şekilde odaya bir girişi vardı ki sorma. "Kalbim duracaktı seni görmeseydim" dedi ben de gayet neşeli bir sesle "kızımız oldu" diye bağırdım. Sarıldık mutluluğumuz sonsuzdu... HÜRÜCAN bebek dünyaya gelmişti. Simsiyah saçlı bembeyaz yüzlü pembe yanaklı dünyalar güzeli bir bebekti annen.

İyi ki doğdun hürücan, doğdun da bize Fırat bebeği armağan ettin.

Şok şok şok flaş flaş flaş

Sabahın erken saatlerinde aldığımız bir habere göre deden senin hastane masraflarının tümünü karşılayacakmış. İş bu durumda dedenin sponsorluğunda ilk kontrollerin ve aşıların yapılacak, Kontrol ve aşı deyip geçme bugünün parasıyla iki emekli maaşına bedel. Kereta artistlerin hastanesinde açıyorsun gözlerini dünyaya...

Dedenin bu doğum hediyesinin altında kalamayız, ilk gördüğünde (ki sanırım yaşamının dördüncü ayına denk gelecek bu) gülücüklerinle, oyunlarınla mest etmelisin onu. Ha bu arada rüyasında görmüş deden seni. Çok şişkoymuşsun ve hiç saçın yokmuş. Deden seviyormuş seni ve bir yandan da niye hiç saçı yok diye düşünüyormuş...

He he adın da şimdiden şişko Fırat'a çıktı ha. Ne haber şişko :)

Uzuuun bir tatilin ardından

Babanla çokça dinlendiğimiz güzel bir tatili geride bıraktık. Ben sen her an gelebilirsin diye uzak yerlere gitme tekliflerini reddettim. İçimde kimi soru işaretleriyle Polonezköy'e kadar gitmeye razı oldum. Bu aralar senin gelişinin yaklaştığını hissediyorum. Geceleri daha çok uyandırıyorsun beni, zaman zaman minik sancılar yaşatıyorsun... Bana kalırsa en fazla iki hafta sonra kollarımdasın. Babana göre ise daha gelişine en az 1 ay var. Zaman zaman o da benim gibi seninle konuşmalarda "hadi gel artık sabırsızlanıyoruz" dese de gönlü senin olabilecek en geç tarihte gelmenden yana. Bakalım yarın generalin yorumları nasıl olacak.

Tatilde dolabımızın en çok kullandığımız yerlerini senin için düzenledik. Babana ve bana ait birer çekmecede senin minik kıyafetlerin var artık. Her gün en az bir kez o çekmeceyi yanlışlıkla açıyor ve senin kıyafetlerinle karşılaşıyoruz. Her seferinde tulumlarına bakıp elimde olmadan gülümsüyorum. O minicik kıyafetlerin içindeki seni düşünüp de 40. haftaya kadar sabretmek ne mümkün.

Sabretmek ne mümkün diyorum ama babanla da bir yandan zamanın ne kadar çabuk geçtiğine şaşırıyoruz. Daha dün gibi sanki varlığını öğrendiğimiz o gün. Ve "bu kadar çok hafta nasıl geçecek?" diye düşündüğümüz...

Şimdi 35. haftandasın, 35 haftadır her gün anneni de babanı da mutlu insanlar yapıyorsun. Sana olan borcumuzu nasıl ödeyeceğiz?

5 Aralık 2008 Cuma

Rüya gibi.

Dün gece rüyamda sen vardın yine. Seni almış bir yerlere gidiyordum. Bir elimde ana kucağı bir elimde bebek arabası vardı. (baban gülecektir buna, bugünlerde bu mevzuya taktım da kafayı). İkisi de boş yalnız ve "cemal haklıymış bunlar hiçbir işe yaramıyor; niye ikisini de aldım ki sanki" diye geçiriyorum içimden.

Kucağımdasın; elim çıplak bacaklarına, bacaklarının boğumlarına değiyor. İçimi bir mutluluk kaplıyor. Sarılıyorum sana sımsıkı...

Sayende rüyamda rüya gibi anlar yaşıyorum...

3 Aralık 2008 Çarşamba

Sonunda bu da oldu

Evet sonunda bu da oldu otobuste hiç tanımadığım birine senin fotoğrafını gösterdim. Hamilelik döneminin kendine has bir durumu var; insanlara çok daha kolay iletişim haline geçiyorsun. "Ne kadar kaldı doğuma?" sorusuyla başlayan diyaloglar uzadıkça uzuyor. Geçen gün de otobüste ve trafiğin tam ortasında yanımdaki teyzenin sorusuyla uzun bir sohbet başladı. Senden, teyzenin potansiyel gelininden falan bahsederken dayanamayıp "oğlumun fotoğrafını göstereyim mi size?" dedim ve gösterdim de :)

Laf aramızda bugün de bir müşterimize bütçeyle ilgili yazışmamızın sonunda "size ekte oğlumun bir fotoğrafını da gönderiyorum" diyerek olaya bambaşka bir boyut kattım. Bir yanda eurolar, pazarlıklar diğer yanda benim tombik oğlum Fırat.

Henüz annesinin karnında keyif süren bir şirin bebeğe kimsenin kayıtsız ve sevgisiz kalamayacağına güvenerek yapıyorum tüm bu şımarıklıkları tabii... Öyle de oluyor, sen ortaya çıktığında herkesin yüzüne bir gülümseme yerleşiyor.

Yaşamımın son aylarını "görmemişin bir oğlu olmuş..." sözüyle de özetleyebiliriz aslında. Fazla söze hacet yok...

Ne yapayım çok seviniyorum sen bize geldiğin için.

Babamın piyango biletleri

Babam, ne zaman başladığını bile hatırlamadığım bir tarihten beri her yılbaşında aile üyeleri için birer piyango bileti alır. Bu piyango biletlerinin en sevdiğim yönü arkalarında yazan isimlerdir. Hepimizin isimlerini sessiz harfleriyle ve kendine özgü yazısıyla yazar. Hrcn, glr, cml, brs, ozn... Biz de her yılbaşında "kod adı hrcn" esprileri yaparız.

Yılbaşlarında bir de yemek listesi yapma mevzumuz vardı. Yılbaşına sayılı günler kala herkes o gün için isteklerini bir kağıda yazardı. Sofraya dair bu istekler genelde abartılı olur ve yılbaşı sofrası aslında az çok hep aynı şeylerden oluşurdu. Biz de hep "muz yazdık şansımıza elma çıktı" temalı konuşmalarla bu işin bile keyfini sürerdik. Bu yılbaşları maddi durumumuzun çok da iyi olmadığı çocukluk yıllarımıza ait olsa da biz bu konuşmaları yapmayı hiç bırakmadık. Ve her yılbaşında eski günleri bu vesileyle yad ettik...

Neyse dönelim milli piyango biletlerine... Bunca yıl boyunca 5 tane alınan biletlerin sayısı son birkaç yıldır arttı. Ve bu sene ikiye katlanarak sayıları on oldu. Bu on biletin arkasında yazan kod isimlerden biri de sensin frt'cigim. Ailemize hoşgeldiğinin resmidir.

Yalnız şimdiden söyleyeyim bugüne kadar aileden herhangi birinin biletine amortiden fazlası vurmuş değildir. Boşuna umutlanma...

Not: Baban için ilk bilet alındığında çok gülmüştük. Çünkü biletin arkasında cmlttn yazıyordu. Kısaltmasını bile oku oku bitmez :)

1 Aralık 2008 Pazartesi

Babanın hediyeleri

Hadi azıcık dedikodu yapalım. Bu baban çok alem... Her doğumgünümde beni şaşırtacak bir şey mutlaka bulur. Örneklerle anlatalım ki sen de doğumgünlerinde benim gibi minik şoklar yaşama.

Babanın hediyeye genel yaklaşımı ihtiyaç olan bir şey almak yönündedir. Ki benim için en katlanılmaz şey doğumgünümde bir ihtiyacımın giderilmesidir. Bir keresinde bu işi o kadar abarttı ki beni bir alışveriş merkezine sokup "gel sana doğumgünü hediyesi olarak şurdan bir ayakkabı alalım" dedi. Anında ortamı terk ettim tabii... Takip eden yıllarda beni bu işe karıştırmaması gerektiğini öğrendi heyhat bu sefer de ölçüleri asla tutturamıyordu. Ne zaman bana bir şey alacak olsa en küçük bedeni alıp geliyordu eve. 3 yıl önce aldığı bir mont hala dolabımda giyileceği günü bekliyor mesela. Babanın bu bedeni bir türlü tutturamaması üzerine zaman zaman "bu adam bana bir mesaj mı vermeye çalışıyor" diye düşünsem de fazla üstelemedim...

Geçen yıl nihayet isyan ettim; "Bu yıl kesinlikle ihtiyacım olan bir şey almanı istemiyorum bana" diye. Heyhat bu kez de bu işlerden hiç anlamadığı için bir incik boncuk dükkanından kazık yiyerek çıktı. Ama ne yalan söyleyeyim çok tatlı bir seçim yapmıştı benim için... Mavi boncuklu, güzel bir kolye. Ki hastane çantama koyacaklarım arasında...

Yani önümüzdeki doğumgünün için baban sana büyük ihtimalle bebek bezi alacaktır; sonraki doğumgününde (yani sen iki yaşına girdiğinde) 1 yaş bebekleri için bir tulum, daha sonrakinde ise herhangi bir oyuncakçıdaki en absürd fiyatlı oyuncağı...

Peki bana bu halleri bile babanın sevimli geliyor mu? Evet, kendisinin bunu okuyacağını bile bile evet. Onun bu hediye almak konusundaki beceriksizliği, ihtiyaç olan bir şey alma konusundaki tutturmaları bile sevilesi, öpülüp koklanası.

Şu yazıyı yazarken bile kanım kaynadı, neyse ki akşam oldu ve sayılı saatler sonra babana kavuşacağız.

Seninle ilk doğumgünü...

Dün doğumgünümdü ve ilk kez bu doğumgünümde sen de benimle birlikteydin. Zaten doğumgünüme de sen damganı vurdun. Müge teyze senin için bir müzik cdsi almıştı mesela bana ve sana da güzel bir not yazdığı defter. Gözde gebeler için güzel bir hırka. Sonra gelen mesajlarda, telefonlarda da sen vardın.

Baban senin verdiği en değerli hediye olduğunu ve önümüzdeki 20 yıl boyunca bana hediye almayacağını söyledi. Doğru söze ne denir; kendim için senden daha kıymetli bir hediye düşünemiyorum. Tabii bana bir de cicili bicili hediye daha almadığı için babana küsmediğim herhangi bir doğumgünümü de :)

Sözün kısası canım oğlum; seninle dopdolu bir doğumgünü geçirdim. Ve hiçbir yeni yaşıma bu kadar heyecanla, bu kadar huzurla, bu kadar mutlulukla girmedim...

Senin bana ilk hediyen ise dün bütün gün durmadan hareket etmen ve doktor muayenesinde 2400 gramlık sağlıklı bir tosuncuk olarak arz-ı endam etmendi.Bu güzel hediyeler için teşekkür ederim.

Seneye 30 Kasım günü sabah saatlerinde bir minik gülücük, bir yumuşak öpücük beklerim.