26 Kasım 2008 Çarşamba

Yıllar sonra bir gece yarısı yaşanacak

Oğlum, otobüs yolculuğu yapmayalı yıllar oldu... Otobüsün camına başımı dayayıp; Ahmed Arif'in sesinden şiirlerini dinlemeyeli. Ve gizliden ağlamayalı tüm yolcular uykuya çoktan dalmışken... Bugün uzunca bir süre sonra ilk kez yeniden dinledim onu ve daha sesini duyduğum dakikada doldu gözlerim. Öyle güzel öyle içli okuyordu ki yine o çok sevdiğim şiirini...

Annenin çokça gözyaşı döktüğü, hislendiği bu albümü isterim ki sen de dinle büyüdüğünde... Mutlaka gece, mutlaka her bir dizenin hakkını vererek ve mutlaka yalnız...

Yıllar sonra yaşanacak o gece yarısında, ben o saatte nerede ne yapıyor olursam olayım, seninle çok özel bir şeyi paylaşmış olacağız...

Bu hafta alıp saklayacağım senin için...

Kıskanç bir baba

Baban seni ben taşıdığım için müthiş bir kıskançlık içinde. Ne zaman telefonda senin hareketlerini balllandıra ballandıra anlatsam "bu haksızlık, biraz da ben taşımak istiyorum" diyor. Bence de babalar için büyük kayıp; çünkü bir çocuğu içinde taşımanın onun hareketlerini her an hissetmenin yarattığı duygu bambaşka. Artık babalara da dışardan hissedilen kısmıyla idare etmek kalıyor.

Şimdilik seni ben taşıyorum ama doğumdan hemen sonra işler tam tersine dönecek gibi geliyor bana. Senin şişkoluğunla benim tembelliğim birleşince genelde babanın kucağında olacaksın. Anneni ve dünyayı epey yükseklerden seyredeceksin yani... Hele babanın omuzlarında gezecek yaşa geldiğinde; iki metre yukarda bakacaksın hayata. Eminim bu işten ikiniz de çok keyif alacaksınız. Ben de sizin bu keyfinizi büyük bir keyifle seyredeceğim...

25 Kasım 2008 Salı

Her şeyin başı sağlık :)

Nazlı teyze, şirket bloglarında yazmış: "Taylan sağlıklı doğsun daha da güzelleşeceğim" diye. Bir kadın başka bir kadını başka hiçbir konuda bu kadar iyi anlayamaz sanırım. Gerçekten de insanın aklından, kalbinden sürekli bu geçiyor "sağlıklı olsun, hiçbir sorun yaşanmasın". Tüm bebeli kadınlar aynı histe birleşiyor. Sanırım bu histen kaynaklı yeni doğum yapmış annelerle yapılan araştırmalarda beyinlerindeki en yoğun çalışan bölgenin "kaygı bölgesi" olduğu saptanmış. Sağlıklı olmanızı o kadar istiyoruz ki ister istemez zaman zaman tersini de düşünerek kaygılanıyoruz.

Bilindik kaygılara benim bilindik paranoyalarım da eklenince ortaya nasıl bir tablo çıkacak inan ben de çok merak ediyorum. Umarım bu kaygıların esiri olup seni bunaltmam. Neyse ki en az kaygılarım kadar baskın bir duygum daha var; senin inisiyatif kullanan, rahat ve huzurlu bir çocuk olman. Eh iş başa düşüyor; dizginleyeceğiz kendimizi...

Yalnız birazcık nostaljiden kimseye zarar gelmez; en azından bir kez izin ver de terlediğinde arkana bir havlu, bir gazete, bir herhangi bir şey koyayım. Aaa anneliğin şanındandır canım :)

24 Kasım 2008 Pazartesi

gözyaşı ülkesi

Fıratçığım,

Annen daha önceki yazılarından birinde alıntı yapmış Küçük Prens'ten "ne tuhaf yer şu gözyaşı ülkesi"...
Bunu okuduğumda aklıma gelen birşeyi paylaşmak istiyorum seninle; bilenler bilir pek de öyle sulugöz bir insan olduğum söylenemez, özellikle de yalnız olmadığım zamanlarda. Düşünsene şu dünyada en yakın olduğum birkaç kişiden biri olmasına rağmen annenin yanında bile ağlamamışımdır. (Yaklaşık iki ay önceki telefon vakasını saymazsak)
Biraz soğukkanlı mıyım neyim bilmiyorum :))

Kardeşim tam üniversiteyi bitireceği sırada garip bir ruh haline girmiştim, ne zaman kardeşimin ismini önünde "mühendis" kelimesini koyarak düşünsem gözlerim doluyor, boğazıma birşey takılıyordu. Bir süre devam eden bu ruh hali, onu cübbesinin içinde diplomasını alıp, kepini diğer yana geçirirken gördüğümde herkesin içinde hüngür hıçkırık bir ağlama tutturmamla son buldu :)

Buna benzer bir diğer ruh hali ise yine kardeşimin askere gideceği dönemde başladı, onu yolcu edeceğim anı düşündükçe yine aynı şey! gözlerimin dolması, boğazımda takılan birşeyler ve tabii sonu havaalanının ortasında bir gözyaşı seli...

Bir süredir gözümün önünde bir resim var. Bir hastane odası burası, annen yatakta, kucağında sen... ne zaman bu anı düşünsem burnumun direği sızlıyor, içimi bir sıcaklık kaplıyor. Sanırım bunun sonunun neye varacağını anlamışsındır Fıratçığım; gayet cool bir insan olduğunu iddia eden teyzenle tanışman bir miktar gözyaşı eşliğinde olacak :)

ama devamında birlikte çok güleceğimize eminim :))

Karnım bebek dolu!

Oğlum, iyice büyüdün serpildin. Artık karnımın her yerinde hissediyorum seni. Ve hareketlerin öyle çeşitlendi ki... Gün içinde çok keyiflendiriyorsun beni bu yeni hareketlerinle... Örneğin birden kayıveriyorsun yumuşakça veya bütün vücudunla sağ tarafıma toplanıyorsun; karnım çok komik bir hal alıyor. Kimi zaman da pıt pıt vuruyorsun sanırım ellerinle... İçimde bir orkestra var sanki.

Babanın elleri her akşam karnımda ve o da benim gibi amatör ruhunu hiç kaybetmiyor. Her belirgin hareketinde mutlaka "aman yarabbim" ya da "oy oy oy" diyerek tepki veriyor. Dün halanlardayken beni kendine çekip "iyi ki bana bir çocuk verdin" dedi. Tuhaf, film gibi bir sahneydi...

Karnım sadece benim ve babanın değil birçok kişinin ilgi odağı. Olması gerekenden biraz daha büyük olduğu için genel görüş senin hiç de ocak sonuna kadar orda durmayacağın yönünde. Neden bilmem ben de beklenen tarihe hiç prim vermiyorum. Bana kalırsa 27 Aralıkla 5 ocak arasında geleceksin dünyaya... O kadar bekledik şimdi bu süreler bile uzun geliyor bana. Evde de tüm hazırlığımızı tamamladığımız için sanırım. Bir tek küvet kaldı almamız gereken onu da bugün spor çıkışında alacağız.

Odaya her girdiğimizde karyolana bakıp duygulandığımız ve sabırsızlandığımız yetmezmiş gibi şimdi bir de her banyoya girdiğimizde küvetini görünce aynı hisleri yaşayacağız.

Artık sadece karnım değil evimiz de sen dolu... Ne büyük keyif!

21 Kasım 2008 Cuma

Annenin bunalımları

Çok sık değildir ama annen bunalıma girdi mi tam girer. Genelde 1 tam günle sınırlı bu bunalımlar esnasında içine kapanır, kolay sinirlenir ve içi sürekli eziktir. Üstelik bu eziklikten dolayı kendine sürekli acır. Anneni iyi tanıyanlar onun bu bunalım günlerinin ayırdına hemen varır. Ve elbet ellerinden bir şey gelmeyeceğini bunun kendi kendine geçeceğini de bilirler. Bu bunalımların gecesinde annen mutlaka babanın omzunda birkaç damla yaş döker. Böylesi günleri katlanılabilir kılan tek şey çok nadir yaşanılıyor olmalarıdır.

Babanla küsmelerimiz de benim bunalımlarım gibi eften püften sebeplere dayanır ve kısa (ama yoğun) sürer. Teyzen bizim bu anlamsız küsmelerimiz için "e siz de bunları kavga sanıp, oyalanıyorsunuz" demisti. Bir nevi enerji bosaltımı bizimki. Kavga edecek gercek seyler bulamayinca boyle oluyor iste... Bu tarz bir şeyi en son 5 ay önce yaşamıştık. Vadesi geldi aslında; bu aralar bir mini kavga şart :)

Peki sen doğunca ne olacak? Artık ne bunalıma girmeye ne eften püften sebeplerle küsmeye hakkımız olmayacak mı? Sen bizi her gün öyle mutlu, sarmaş dolaş görürken birden kopuk gördüğünde ne hissedeceksin? Veya oyunbaz anneni birden öyle somurtup otururken görünce... Sanırım yapacak çok fazla bir şey yok; yaşamın pek çok yönünü elbet kendi kendine görüp keşfedeceğine göre; annenin ve babanın bazı olumsuz yönlerini de görecek ve sen de zamanla onlarla tanış olacaksın.

Kim bilir belki de sen bir gün bana "Anne sen bugün çok yoruldun istersen git uyu" diyeceksin.

Vay be!

Bir başka sevgili

Söz konusu videonun birinci dakika sekizinci saniyesindeki görüntüler bana bir başka sevgilimi hatırlattı: Yaş pastaaaaaa. Lamı cimi yok; akşama eve gelirken ister Pelit'ten ister Özsüt'ten fıstıklı-çikolatalı veyahut da muzlu-çikolatalı pastamı isterim.

Güzel gülüşlü babalara duyrulur!

Babanın gülüşü...

Marjinal'in bloğunda bir video izlerken babanın çok güzel bir pozuna rastladım. Tam da sevdiğim tam da her görüşümde içimin ısındığı gibi gülüyordu baban. Görüntüyü durdurup onu uzun uzun izlediğimde gülüşlerinin her birini ayrı ayrı tanıdığımı düşündüm. Mesela dün yolda eve dönerken ben bir şeyler anlattıkça attığı çakırkeyf kahkahaları, senin fotoğrafına bakarken ki müthiş huzurlu tebessümü... Babanda da bana dair böyle bir "tanışıklık" duygusu var. Benim gülüşümden, bakışımdan, duruşumdan ne hissettiğimi çok iyi anlayabiliyor.

Geçen gün ben minik çaplı bir bunalım içindeyken; öyle tatlı öyle kibar bir şey yaptı ki; beni depresyona girdiğime de gireceğime de pişman etti. Eve gelirken en sevdiğim meyvelerden hem de aramızda esprisini yapıp durduğumuz bir yerden alıp getirmişti. Sarılmalar, öpmeler gece boyunca fayda etmedi ve sonunda sanırım baban da sıkılmaya başladı bu işten. Ben yanında somurtuk bir şekilde otururken dönüp "canım sen bugün çok yoruldun uyu artık istersen" dedi. Normal şartlarda çok güleceğim bu cümleye o an gülemedim ama pek hoşuma gitti. "Yeter artık"ın pek kibar bir ifadesiydi...

Baban hem çok anlayışlı, hem çok kibar bir adam; e üstüne harikulade gülüşlerini de ekleyince ona her bakışta bir daha aşık olmamak ne mümkün...

Ben bugün bir videonun ikinci dakika otuzaltıncı saniyesinde babana bir kere daha aşık oldum. Bilgine.

18 Kasım 2008 Salı

Rüyamda...

Geceleri fotoğrafına bakıp yattığımdan mıdır nedir sürekli seni görüyorum rüyalarımda. Dünkü rüyamda da daha yepyeni doğmuş ve meme emiyordun. Hemencecik doyuyordu karnın, biraz daha emmen için zorluyordum seni ama nafile hemencecik uykuya dalıyordun. Öyle huzurlu uyuyordun ki...

Uyandığımda tam karşımdaki karyolaya baktım. Kısa bir süre sonra o karyolada -umarım- huzurla uyuyacaksın ve ben her sabah senin yüzüne bakarak uyanacağım. Dünyanın en güzel uyanmalarını seninle yaşayacağız. Hem de uzunca bir süre. Babana kalsa seni askere de odamızdan uğurlayacak. Ben ne zaman senin odamızdan çıkacağın zamana dair bir konuşmaya başlasam "çok sonra, çok sonra" deyip kestirip atıyor.

Bu arada askere mi dedim, hayır istemiyorum oğlumun askere falan gitmesini. Silah tutmasını... Güzellikler için doğuruyorum seni ben. Renkli, gülücüklü, anlamlı bir yaşam için. Bunun dışındaki her şey için "vicdani ret"çiyiz...

17 Kasım 2008 Pazartesi

Selam olsun...



İşte ilk fotoğrafın... Yanakların da hemencecik sarkmış şişkoluktan. Seni yemeyip de ne yapmalı...

Laf aramızda görenler hemencecik bana benzettiler seni.

"Anne olunca anlarsın"

Cuma günü seninle randevumuz için hastanedeydik... Bu kez Gökçe doktor ultrasonun başındaydı; general gelene kadar kaşla göz arasında "üç boyutlu görebilir miyiz?" diye sordum. Hemen organize etti ve işte bütün tatlılığınla karşımızdaydın. Baban, anneannen ve ben hem çok şaşkın hem çok mutluyduk. Yüzün, hatların o kadar belirgindi ki... Elini başına koymuş selam veriyordun bize. O kısacık anlarda seni içimize çektik resmen. Üç kere ağzını açıp su yuttun, biz her seferinde sevinç sesleri çıkardık. Anneannen öyle merakla bakıyordu ki sana, ekrana biraz daha yanaşsa Gökçe doktor üstüme düşecekti.

Muayenin sonunda bir de fotoğrafını verdiler elimize. Artık zevkten dört köşe olmamak için hiçbir nedenimiz kalmamıştı. Verdikleri fotoğraf günlerdir elimizde, bugün gidip çoğalttırdım. Tam karşımdasın. Sana bakıyor, baktıkça o tombul yanakları öpme hissiyle dolup taşıyorum. Karnımdaki o kıpır kıpır bebeğin yüzünü karşımda gördükçe elimde değil gözlerim doluyor. Çocuklarının fotoğrafını her yere koyan -ve bir zamanlar alay ettiğim- anne babaları öyle iyi anlıyorum ki şimdi.

Seninle birlikte her şeyi daha derin daha iyi anlıyorum. Ve senin sevginle, bir zamanlar babana yazdığım gibi, "ağaçları, filmleri..." her şeyi daha çok seviyorum. Seni ise bir başka seviyorum.

13 Kasım 2008 Perşembe

Tamir

Bugünlerde yaptığım işlerden dolayı, geride bıraktığım günlerden aklıma geleni paylaşmak istedim Fıratçığımm senle. 

Bozulan bi şeyi tamir etmek için oturduğumda işin başına, abin de takım taklavat gibi hazır bulunurdu. Bilirdi bi şeylerle uğraşacağımı, daha doğrusu uğraşacağını. Ta ki abin hevesini alana kadar bi iş yapmak mümkün değildi. Çok hosuma giderdi minicik elleriyle tornavida, pense ve çekiç tutuşu ve işe yoğunlaşması. Bozulan her ne ise, bozardı kafamı, ama abinin minicik ellerinde tornavidayı zar zor tutarak vida sıkmaya çalışması alırdı kafamın bozukluğunu, yerine sevinç yüklerdi. 

Fıratçığım, evi taşıdık, almış olduğumuz eşyaların montajını yapmak için haftalardir tuncay, eniştem, abin ve ben gecenin bi vaktine kadar yuzlerce vida sıkıyor, onlarca çivi çakıyoruz. Abini izlerken çaktırmadan geçmiş ve sen geldin aklıma. Montajını yapmakta zorlandığımda bozulan kafam nasıl da yerini çakır bi kafaya bıraktı. Seni düşündüm, bozulan kafamı nasıl tamir edeceğini düşündüm, içimi mutluluk kapladı.

11 Kasım 2008 Salı

Bayram tatili gibi bir şey...

İşte sonunda büyük buluşma gerçekleşiyor ve yarın sabah anneannen geliyor. Şimdiden tüm hazırlıkları yaptım; önümüzdeki üç gün için izin aldım, saat saat her günümüzü programladım. Hangi gün birlikte ne yiyeceğimiz bile şimdiden belli. Çarşamba anneannenin Adanadan getirdiği ve kuvvetle ihtimal hiçbirini kendi yapmadığı harika yemekler; Perşembe öğlen balık ekmek; akşam, köfte piyaz vb. Daha neler, neler...

Burada olduğu süre boyunca Dali sergisini gezeceğiz, Kenterlerde bir oyun izleyeceğiz, cuma pazarına gideceğiz, eminönünü tavaf edeceğiz, vapurla karşıya dayına geçeceğiz, yeni doğan bebişleri bir kere de birlikte görmeye gideceğiz; ama en önemlisi seni ilk kez birlikte ziyaret edeceğiz. Cuma günü saat 12.00 İstanbul gezimizin en önemli anlarına sahne olacak...

Bu seferki buluşmamıza sen damganı vuracaksın. Anneannen de ben de şimdiden birbirimize sana aldıklarımızı göstermek için heyecanlanıyoruz. O, eve girer girmez ilk işimiz bu olacak. İlerleyen günlerde zaten senin bütün ihtiyaçlarını tamamlayacağız. İhtiyaç da epey göreceli bir kavram, babanın yeni kredi kartı tam zamanında geliyor :)

Önümüzdeki 5 gün anneni unut Fıratçığım, çünkü annen annesiyle İstanbul'un muhtelif semtlerinde keyif sürüyor olacak.

Tabii senin varlığın dolayısıyla ikiye katlanmış bir keyif sürecek bu kez bu iki kadın.

10 Kasım 2008 Pazartesi

Öpücük

Klimt'in meşhur tablosu "kiss" ne zaman görsem bana babanı hatırlatır. Babanın beni öpüşlerini ve benim bu öpüşlerin her birindeki mutluluğumu, huzurumu, eğer sabahın çok erken saatleriyse huysuzluğumu... Tabloda adam kadını yanaktan ama öyle güzel bir tutkuyla öpüyor ve kadın da öyle huzurlu gözlerini kapıyor ki... Ve ikisinin minik farklılıkları sarı bir ışıkta öyle güzel bütünleşiyor ki... Kesinlikle saf, temiz bir aşkın temsili bu tablo. Babacığınla ilk fırsatta bu tabloyu alıp salonumuzun orta yerine asmalıyız. Sen minik parmağınla bu kim bu kim diye sorduğunda da; bu baba, bu da anne diye seni kandırmalıyım he he.

Şaka maka anne oluyorum ya...

Yine zıtlıklar...

Geçtiğimiz günlerde sana anneannenle deden arasındaki zıtlıklardan bahsetmiştim. Ve biraz da babanla benim aramdaki... Bugün aklıma yine bir zıtlık geldi. Yemek kültürlerimiz. (Elbette bunları düşündüğümde yemekteydim). Dedenle anneannen çok zıt yemek kültürlerinden gelseler de ortak bir noktada buluşturmuş onları geçen yıllar. Deden Kürt, anneannense Arap. Bu iki halkın yemek kültürlerini de elbette içinde bulundukları ekonomik koşullar, ilişkiler belirlemiş. Kürt yemekleri neredeyse tamamen una dayalıyken; Arap yemekleri ete ve yağa dayanıyor. Bunlardan birkaç tanesini anlatayım sana. Hiçbirini yapmayı bilmiyorum ama una olan düşkünlüğüm beni her zaman Kürt yemeklerine daha yakın tutuyor.

Sir
Bir nevi ekmek ve ayran birlikteliği diyebileceğim bu yemek için öncelikle un ve su karıştırılarak fırında pişiriliyor. Elde edilen bu bir çeşit ekmek henüz sıcacıkken elleri yaka yaka küçük ve biçimsiz parçalara ayrılıyor. Üstüne sulandırılmış sarmısaklı yoğurt dökülüyor (sarmısaklı ayran denebilir). Ve ayranla ıslatılmış ekmek parçalarının üstüne son olarak tereyağ boca ediliyor. Neyse ki ediliyor çünkü yemek bütün lezzetini bence bu yağdan alıyor...

Sira piçikan
İsmini yanlış yazmışımdır kesin ama bu tarz bir şeydi işte ki en sevdiğim yemeklerden biridir. Farklı bir versiyonunu babanlar da yapıyordu. Benim bildiğim halinde haşlanmış patates tuzlanıyor ve bir harç hazırlanıyor. Büyük mantı dilimlerine konan harç üçgen olarak kapatılıyor. Mantılar haşlandıktan sonra süzülüyor ve üstüne tereyağ gezdiriliyor. Of of... Halana söyleyeyim de bir ara midelerimizi şenlendirsin. Ancak onun elinden gelir bu.

Bu kadar hamurun üstüne bir tane de arap yemeğini inceleyelim insanlık namına.

İyt
Yukardaki gibi okunuyor ama nasıl yazılıyor bilmem. Ben ömrümde bu kadar açgözlü bir yemek görmedim. Bu yemeğin malzemelerinde şöyle bir şey var: 1 adet koyun. Evet bir adet koyun kesiliyor, doğranıp kazana atılıyor. İçine bilmem ne kadar döğme ve nohut atılıyor. Tüm bunlar zavallı koyun etlikten çıkana kadar pişiriliyor ve koca koyunun nohut ve buğday içinde yok olduğu bu yemek afiyetle yeniyor. Tabii benim tarafımdan değil...

Gördüğün gibi oğlum, bir tarafta sadece unla ayrandan yapılan yemekler diğer tarafta koyunların cirit attığı bulamaçlar... Kardeşim birleştirin şu malzemeleri adam gibi eti unu dengede yemekler pişirin. Evet yavrum gerçekten de "yaşasın halkların ve onların yemeklerinin kardeşliği"

7 Kasım 2008 Cuma

Uykulu günler, ilk günler...

Dün bir toplantı çıkışında, gittiğim şirkette görevli bir kadın geldi yanıma. Kaç aylık hamile olduğumu sordu ve kendisinin de hamile olduğunu söyledi. Henüz 1.5 aylıkmış bebeği... Onunla yaptığım konuşma beni seninle ilk günlerimize götürdü. Hayatımın en uzun en tatlı uykularını o aylarda yaşamışımdır. Eve gelir gelmez uyumaktan başka bir şey düşünemiyor ve kendimi hemen yatağa atıyordum. Bu uzun uyku seanslarının çoğunda baban da bana eşlik ediyordu. Sanırım seninle ilgili sorumlulukları paylaşmaya o zamandan bu şekilde paylaşmaya başladığını düşünüyordu.

Seninle ilk günlerimiz uyku mahmurluğunda, müthiş sevinçli ve bugün görüyorum ki çok çabuk geçti. 4 haftalık minik bir bebeydin bugün annenin karnını hoplatan 30 haftalık bir delikanlısın.

Varlığını öğrendiğim o ilk uykulu günlerden kucağımda olduğun o ilk uykusuz günlere geçmek için sabırsızlanıyorum benim canım Fıratım.

Uykusuz geceler için yatağımızın yanında abajurumuz, kalbimizde her cefayı göğüsleyecek sevgimiz hazır.

Ezenler ve ezilenler...

Geçen gün hırsız anısını anlatırken aklıma gelmişti şimdi yazayım. Bir gün eve dönüş yolunda büyükçe bir kalabalık olduğunu gördüm. Her zamanki gibi vukuatın ne olduğunu merak edip usul usul yanaştım kalabalığa... Bir sürü büyük adam hırsız olduğunu söyledikleri çocuğu bir yandan darp edip, bir yandan da bağrış çağrış bir yere götürüyorlardı. O an kendimi ne kadar çaresiz hissettiğimi sana anlatmam gerçekten mümkün değil. İçimden geçen tek şey o çocuğu bu adamların elinden alıp bir yerlere kaçırabilme isteğiydi. Bu gözü dönmüş kalabalık önümden hızla geçti gitti, o çocuğun görüntüsü ise gözümün önünden yıllarca gitmedi...

Gözü dönmüş kalabalık her zaman sonuç odaklıdır. Sonuca neden olan koşullar, sistemler önemsizdir onlar için. Ve onlar, bir şeyler çalmış da olsa küçük bir çocuğun koca koca adamlar arasında bir yere götürülürken neler hissettiğiyle ilgilenmezler…

Nedeni ne olursa olsun güçlünün güçsüzü ezdiği her durum yaralar beni de babanı da. Umarım sen de yaşamın boyunca güçlü olduğun her an daha da özenli olursun. Ve birileri diğerlerini ezerken hep için ezilir senin de. Çünkü insan olmak biraz da kimi durumlarda ezilebilmektir ezilenle…

5 Kasım 2008 Çarşamba

Bir anlık bir görüntü

Senin hayatımı bir yandan da ne kadar kolaylaştırdığını düşünüyordum. Aklıma bir an için bir manzara geldi. Eridim bittim... Baban epeydir akşamları çorabımı çıkarıp sabahları da giydiriyor biliyorsun. İşte bunu düşünürken bir an için senin minik ayakların ve çorapların geldi gözümün önüne. Ayağından teki çıkmış bir çorap ve o minicik pembe beyaz parmakların. Of of. Her bir parmağını tek tek öpmeden çoraplarını giydirebileceğimi sanmıyorum.

Siz bebekler de ayaklarınızdan çorabın birini hep anne babalarınızın aklını başından almak için mi çıkartıyorsunuz nedir? Ya da çorap üreticileriyle gizli bir anlaşmanız var, lastikleri çoraplar her an sıyrılıp çıkacak kadar gevşek yapmaları konusunda... Her şekilde memnunum bu işten, o minik parmaklara şimdiden aşığım çünkü.

Ve onların bir gün kocaman, kıllı parmaklar olacağını düşünmek tuhaf geliyor bana. Babanın abine her baktığında "vay be adam oldu resmen" demesinden bu büyüme durumunun anne babalar için her zaman "tuhaflığını" koruduğunu düşünüyorum.

Yine bir not: Geçen gün abin ayak parmaklarındaki kılları almıştı, çok komik görünüyordu hi hi.

Kıskanç bir anne

Dün akşam halanlar bizdeydi ve halan "ooo bebek doğunca gözünüz birbirinizi görmez" dedi bir ara... Aldı mı beni bir kıskançlık duygusu şimdiden, bir de kaygı. Babanın beni bir kenara bırakıp sürekli seninle ilgilenmesi fikri katlanılmaz geldi bana. Seni ekarte etmek için gizli planlar yapmaya şimdiden başladım. Olur da babanın bütün ilgisine talip olmaya niyetlenirsen, bil ki sevgilimi öyle kolay bırakmam sana... En kötü ihtimalle depresyona girer; bir psikologdan "kocasının yoğun sevgi ve ilgisine ihtiyacı var" raporu alırım.

Tabii ki değiştiremeyeceğim ve hiç de değiştirmek istemediğim bazı gerçekler var. Baban da ben de kapıdan girer girmez ilk sana koşacağız. İlk seni öpüp koklayacağız. İlk önce senin karnını doyuracağız, ilk önce senin konforunu ve güvenini düşünecegiz. Çünkü sen minik bebeğimizsin bizim. Tek isteğim minik bebekler sevilirken "koca bebeklerin" unutulmaması...


Not: Fırat sana söylüyorum kocacığım sen anla...

4 Kasım 2008 Salı

Baban seninle konuşurken...

Her akşam yatmadan önce baban karnıma eğilip seninle konuşmaya başlıyor. Bu konuşmalarda en çok hoşuma giden şey ise zaman zaman sana sorular sorup sanki senin cevabını dinler gibi bir süre susup beklemesi... Ve konuşma aralarında ayaklarının, göbeğinin, kafanın olduğu yerleri tahmin edip oraları öpmesi...

Evet ben de şahit ve kefilim Fıratçığım, baban seni çok seviyor.

Lafım var

Konuşmak cok işim degildir, işim olmadığını bilirim ve bilirler. Üç lafı bir araya getiririm de ne yapacağımı bilemem. Dağıtırım sonra onların her birini geldigi yerin tersi bir istikamette. Fıratçığım, nereye gideceklerini bilmeden yola çıkmaları onların da benim de hoşuma gider, laflarım ve ben memmunuz birbirimizden.

Akşamları annenin karnına eğildiğimde konuşmak icin senle; bir araya getirdiğim lafları ne yapacağımı çok düşünmeden sana yollarken, bir huzur kaplıyor içimi sorma gitsin. Günün bütün olumsuzluklari gerimde kalıyor. Oldu ya laf edemedim sana, kendime laf ediyorum en ağırından, gideceği yeri bilene cinsinden laflar.

Nereye gideceğini bilen lafım var sana Fırat, seni seviyorum.

3 Kasım 2008 Pazartesi

Güvenmek...

Yemekten önce bahsedeceğimi söylediğim mevzuları bir tarafa koyalım şimdi. Teyzen çok güzel bir entry girmiş sözlüğe... Çok etkilendim, duygulandım okurken. Belki de en çok ben de babana böyle bir duyguyla bağlandığım için. Ve bıraktığım için kendimi sayısız kez onun kollarına işte böyle...

Senin kitabında da olmalı bence "güvenmek" başlıklı bu yazı.

"annem ve babamdan öğrendiğimdir;

lisedeydim, henüz neyin ne olduğunu tam olarak kavrayamadığımız günlerde. bir bayram ertesinde babanem öldü. birden bire bir beyin kanaması... kalabalık bir laz ailesiyiz, özellikle kadınların sevinci de acıyı da dibine kadar yaşadıkları ve göstermekten çekinmedikleri türden. babamın 5 tane kendinden küçük, erken yaşta babasız kalmış kız kardeşi var. üstelik o günlerde biri de karnı burnunda hamile. dolayısıyla evimizin içi tam bir curcuna, bağırarak ağlayanlar, ayılıp bayılanlar... babam henüz evde değil, hastaneye gitmiş direk, cenazeyle ilgili yapılması gerekenleri yapmak için. annemin nerede olduğunu tam hatırlayamıyorum.

birkaç saat sonra babam eve geliyor, hepimizin karşısında her zamanki gibi dimdik, mavi gözleri nemli ama belli ki bırakmıyor kendini. kardeşlerinin hepsini tek tek teselli ediyor, öpüp kokluyor, kucaklıyor, sakinleştirmeye çalışıyor. bir yandan ailenin erkekleriyle yapılması gerekenleri konuşuyor. öyle güçlü, öyle sakin ve duruma o kadar hakim ki... bir kaç saat önce annesinin öldüğüne inanası gelmiyor insanın.

ve sonra, dün gibi hatırlıyorum; annem evimizin salonuna giriyor, babam oturduğu koltuktan kalkıyor, anneme doğru bir kaç adım atıyor ve bırakıyor kendini... öylece bırakıyor. annem hemen uzanıyor kollarından tutup yanındaki kanepeye oturtuyor, babam karısının kollarında hüngür hüngür ağlamaya başlıyor...

sanki "artık kendimi tutmama gerek yok" der gibi bıraktı kendini babam o gün. hayatının en zor, en acı günlerinden birinde kendini zorladı, dayandı ve "artık eşim yanımda, o beni teselli eder, benimle ilgilenir" der gibi bıraktı. ve eşinin onu düşmeden tutacağından emin olarak, sonuna kadar güvenerek bıraktı... ve birçok kez olduğu gibi o günleri de ikisi birbirlerine destek olarak atlattılar...

ve o günden beri ne zaman birine güvenmekle ilgili düşünsem aklıma hep bu sahne geldi, babamın annemin kollarına kendini öylece bırakışı..."

Kibar hırsız

İşte sana minik, tatlı bir anı daha...

Tek ders sınavıyla uğraştığım zamanlardı, Osmanlıca sözlüğü arıyor ve bir türlü bulamıyordum. Evin tam anlamıyla altını üstüne getirdim ve sözlüğü bulup babanın yanına sığındım birkaç günlüğüne. Bu sürenin sonunda eve döndüğümde, evi nasıl bu kadar dağıtabilmişim diye şaşırdım. Salonda birkaç şeyi kaldırıp mutfağa yöneldim ve giderken gözüm bir an için odamdaki bağlamaya takıldı. Kılıfından çıkarılmıştı. Filmlerde dedektifin olayı tek bir görüntüden çözdüğü o anı yaşadım aynen. Evet koca sözlüğü o kılıfın içinde arayamayacağıma göre evde bir şeyler arayan biri daha olmalıydı. Hemen dışarı çıkıp kapıyı kilitledim, bu arada en yakında o olduğu için hemen Hasan'ı çağırdım. O gelene kadar da kendime kapıyı kilitlediğim için kızdım. Çünkü adam veya kadın hala içerdeyse şimdi onu hapsetmiştim ve içeri girmek artık daha stresli olacaktı. Neyse Hasan geldi ve birlikte evi kolaçan ettik, çok enteresan bir hırsızla karşı karşıyaydık.

Hırsız kişi, evde değerli bir şey bulamamış ama hazır gelmişken ne kadar krem, incik boncuk varsa götürmüştü. Ve en önemlisi bir fotoğraf çerçevesini içindeki fotoğrafı çıkardıktan sonra almıştı... Bu incelikle tavır çok etkilemişti beni... Kaç tane hırsız o kısıtlı zamanda hatırasına önem vererek bir fotoğrafı çerçeveden çıkarmakla uğraşır ki! İşte bu özel hırsız gelip bizim kapımızı "çalmıştı".

O gün bu hırsızı ve onun psikolojisini düşündüm hep. En çok da eve ilk girdiği anda aklından neler geçirdiğini düşündükçe güldüm. Evi öyle bir dağıtmış ve her şeyi öyle bir ortada bırakıp çıkmıştım ki kesin kendisi "bu eve giren ikinci hırsızım herhalde" diye düşünmüştür.

Bu hırsızlık mevzusu aklıma başka şeyleri de getirdi şimdi. Bir şeyler yedikten sonra paylaşacağım seninle...