12 Ekim 2009 Pazartesi

Bir yolculuğun sonunda

Annen gelişigüzel yolculukları, nereye çıkacağını bilmediği yollarda yürümeyi sever oğlum. Ve bazen insan önemsiz gibi görünen bir gezintiye çıktığında, gezinti onu hayatı boyunca unutamayacağı bir manzaraya çıkarır... Bugün nereye çıkacağını bilmediğim bir internet yolculuğunda bir dizeye düştü yolum. “Bir dağ bulur uzun uzun bakarım”. Bilmem kaç defa okudum bu dizeyi, şu son on beş dakika içinde. Okudukça işledi içime ve içime işledikçe anlamlandı.

Sonra bir filmden bir sahneyi hatırladım. Babalarını arayan iki çocuk filmin sonunda kocaman bir ağaca sarılıyorlardı koşarak. Çarpılmıştım. Sıkıla sıkıla üflüye püflüye upuzun bir filmi bu kısacık sahne için izlemiştim sanki.

Ve bir başka film sahnesi... İki deli rus oğlan, yıllar sonra babaları çıkıp gelmiş yaşamlarına. Bir yolculuğa çıkıyorlar hep beraber, uzlaşamıyorlar. Ve adam ölüyor bir biçimiyle. Bir kayıkta yatıyor cesedi. Çocuklar sahildeyken denize doğru sürüklenip gidiyor. Küçük hırçın çocuk koşuyor arkasından ilk kez “baba” diyerek. Bu sahnenin etkisinde kalıp bütün gece ağladığımı hatırladım. Zübeyde Halan tek bir sahne için bu kadar ağladığıma inanamıyor, “bak doğru söyle abimle bir şey mi oldu” diye sıkıştırıyordu beni. Oysa o tek bir sahne bütün bir gece ağlanmaya değerdi...

Biliyorum büyük ihtimalle apolitik bir oğlan olacaksın. Yaşam kaygıların da bizimkilerden bambaşka olacak. Varsın olsun; ama ne olur ağladığın birkaç film sahnesi, defalarca okuduğun birkaç dize, yürümekten keyif aldığın yollar da olsun...

“Bir dağ bulur uzun uzun bakarım” dizesini kucaklayan şiir şöyle bitiyordu:

“Şimdi senin uzanıp yattığın otlarda
Yarın yeni bir yeşillik büyüyecek”

Benim yeşilliğim sensin ve dağım da.

Hiç yorum yok: