5 Nisan 2012 Perşembe

"Yan odadan melodiler"

Oğlum,

Sana niye bu kadar aralıklarla yazıyorum diye çok kızıyorum kendime... Ama bak dönüp dolasıp yine yazıyorum, ille de yazıyorum...

Seninle ilgili biriken her şey müthiş bir duygu yüküyle yer ediyor kalbimde. Ömrümde bir kez dinlediğim; sen bebekken dilime takılan ve nakarat kısmını defalarca sana ninni diye söylediğim bir şarkı yıllar sonra çıkınca karşıma; sanki yeniden kucağımda sıcaklığını hissediyorum. Sen de bu aralar nerden öğrendim bilmem, yeniden karnına giricem, burdan gireyim mi gibi muziplikler peşindesin.

Genelde insanlar, çocukluklarına, ilk gençlik yıllarına ait anılarını yüceltir, o günlere dönmek isterler. Neden bilmem bu yaşıma kadar hiç dönmek istemedim geçmişteki bir döneme. Hep en çok içinde bulunduğum yaşı sevdim. Seninle ilgili de aynen böyle hissediyorum. Hep senin tam da o an olduğun halini, o an olduğun Fırat’ı seviyorum.

Demek yaşam da sen de günden güne güzelleşiyorsunuz.

Neyse başa dönecek olursak; bu yaz babanla gittiğimiz Livaneli konserinde yaşadığım en güzel an; Livaneli’nin vokalistinin Sürgün’ü söylediği andı. Konserdeki pek çok kişinin küçük bir ihtiyaç molası olarak değerlendirdiği bu sayılı dakikalarda, ben gözlerimde yaşlarla senin sıcaklığını kucağımda yeniden hissediyordum. Sana ninni olarak mırıldandığım tüm şarkılar gibi Sürgün de yalnız seninle benimdi.

Anlayacağın dönmek istemem diye burun kıvırdığım geçmiş, geçmişimiz; aslında kalbimin bir odasında en güzel anlarıyla, kokularıyla öyle kalakaldığı, yaşamın bir kıyısında hep yeniden yaşandığı için o kadar uzak ve ulaşılmaz gelmiyor bana.

Ne demişti şair:
Ne içindeyim zamanın
Ne de büsbütün dışında
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında

Güzel oğlum benim, senin dokunduğun her şey kalbimdeki o odaya kurulup, yeniden hatırlanacağı günü bekliyor.

Ve bu blogun yazarı sana tam da bu odadan sesleniyor.

Hiç yorum yok: