26 Haziran 2009 Cuma

Her gün yeni bir sen

Fırat'ım şöyle bir baktım da son zamanlarda sana seni anlatacak şeyler yazmamışım hiç. Oysa seni büyütme maceramız tam gaz sürüyor ve sen her geçen gün yeni bir şeyler yaparak şaşırtıryorsun bizi... Nerden başlamalı bilmem. Mesela artık bizi uzaktan görünce de tanıyorsun. Bir aralar sen balkonda veya pencerede olduğunda dikkatini çekmek için boşuna sallardık elimizi kolumuzu ve boşuna bağırırdık "Fıraat, fırat" diye. Bütün sokak yolcuları dönüp bakardı da sen bakmazdın. Bir süredir ise bizi görür görmez gülmeye başlıyorsun. Ve en çok hoşuma gidense neredeyse her gülmende kendini kucağında olduğun kişinin göğsüne, boynuna doğru kapatıyorsun. Bu utangaç, mahcup tavır beni büyülüyor.

Son birkaç haftadır emekleme çalışmaları yapıyorsun. Poponu yukarı kaldırıp kendini ileri -ve bazen de geri- doğru atıyorsun. Arada yorulup kafanı yatağa gömüyorsun veya sinirlenip "ııııııııı ıhhhhhh" diyerek bütün vücudunu kasıyorsun. Artık farklı sesler çıkararak, şımarık şımarık ağlıyorsun. Bu ağlamaların o kadar komiğime gidiyor ki kahkahalar atıyorum. Sen de bir süre sonra "ne yapıyor bu kadın" diye sanırım bana dikkat kesiliyor ve ağlamayı unutuyorsun. Bu beni daha da çok güldürüyor.

Aslında neredeyse her yaptığın hareketle güldürüyorsun bizi. Mesela sen uyanıp da yumuşak yumuşak kaşındığında ya da kafanı kaldırıp bize baktıktan sonra yine aynı mahcup tavırla kafanı yeniden yatağa gömdüğünde biz saat sabahın altısı olmasına rağmen çok gülüyoruz babanla. Sen büyürken içimizde hep bir sevinç.

Babanla her akşam yıkıyoruz seni. Bir zamanlar sadece seyirciydim artık su dökücü oldum. Bir nevi terfi işte... Banyoda çok mutlusun. Bu aralar neden bilmem banyodayken sürekli göbeğini kaşıyorsun. Pipin eline değdiğinde de "sanırım bir tür oyuncak bu" diye merakla onu da kaşıyorsun. Biz bir yandan gülüyor bir yandan da kıpkırmızı olan göbeğinin yarattığı endişeyle eline oyuncaklar tutuşturuyoruz. Baban banyonun ilk dakikalarında mutlaka "oğluma jakuzi yapacağım" diyerek duşun fıskiyesini alttan alta tutuyor sana; ben her seferinde engellemeye çalışıyorum onu "çocuk korkacak, canı yanacak" diye...

Mamanı epey azalttık. Kerata sen de az değilsin kabağın tadına baktıktan sonra o son zamanlarda hep reddettiğin mamaya saldırmaya başladın. Senin için buharda pişirdiğim sebzelerden püre yapıyorum. İçine azıcık da kabak koyuyorum tabii. Kahvaltılarda pekmez, yumurta, labne peynir, tereyağ, cicibebe bulamacı yiyorsun. Üstelik buna bayılıyorsun. Senin cicibelerine ben de dayanamıyorum, sütün içine koyup koyup yiyorum. Ne yapayım çok güzeller.

Bir yoğurt hikayesi var ki tek başına bir yazı olarak girmeyi hak ediyor bu bloga. Sana yoğurt yapmak en büyük zevkim. Her seferinde o 4 saatlik sürede tuttu mu tutmadı mı diye beklemek, sonra heyecanla kavanozun kapağını açıp tuttuysa acayip mutlu olmak için yapıyorum sanki bu işi. Ayıptır söylemesi artık hep tutuyor. Üstelik küçük kavanozlarda da yapabiliyorum; önceden nedense hiç tutturamıyor hep koca koca tencerelerde 1 kilo sütü mayalıyordum. İyi ki de pes edip yoğurt makinesi almamışım. Bu heyecanı yaşamadıktan sonra iki günde bir yoğurt yapmak görevden başka bir şey olmazdı.

Eskisinden farklı olarak artık öyle uzun saatler duramıyorsun arabanda. Hele ki yemek masasındaysak hemencecik gelmek istiyorsun yanımıza. Her seferinde senin dediğin oluyor tabii. Bugün kahvaltı yaparken kaselerimizden birini kırdın çeke çeke. Evet artık nesneleri tutup fırlatabiliyorsun. Bakalım daha neler neler zayi olacak...

Müzi'yle neredeyse bütün gün başbaşasınız. Ben sürekli "aşk yaşamayın ha, oğlum aman Müzi'yi benden çok sevme" diye telkinlerde bulunuyorum sana. Daha önce baktığı çocuk "anne" dermiş Müzi'ye; aynısı başımıza gelmesin diye "oğlum bu müzi ben de annenim" diyorum. Geçen gün kucağımda ağladığında hemen deney yaptım. Teyzemi çağırıp onun kucağına verdim seni. Baktım susmuyorsun, "aferin oğlum" deyip gezmeye götürdüm. Müzi "bu anneyle başımız dertte" diye şikayet ediyor beni sana. Eee ben ona daha hamileyken söylemiştim kıskanç bir anne olacağımı. Baksana aşkınızı bölmek için sıcak mıcak dinlemeyip her öğlen baskın yapıyorum size.

En büyük zevklerinden biri de ayakta durmak. Tabii şimdilik desteğimizle. Ayaktayken pis pis sırıtıyorsun önce. Sehpanın yanındaysan sehpaya vuruyorsun. Bir gün o kadar hızlı vurmuşsun ki ağlamışsın acısından. Müzi anlattı. Ha bir de oda seçtiğini söyledi Müzi. Penceresinden dışarı seyrettiğin için onun odasını seviyormuşsun en çok. Balkon ise senin vazgeçilmezin. Orada saatlerce durup; arabaları, insanları seyredebilirsin. Dışa açık yönünü benden almadığın kesin.

Senin sokakları sevdiğini bildiğimiz için mutlaka her akşam arabana koyup gezmeye gidiyoruz birlikte. İstikametimiz bizim sokağın sonu. Orada meyve ağaçları ve otoban manzaralı bir bank var. Ana ziyaretçileri çocuklar, kediler ve bir de biz. Baban ağaçlardan olgunlarını seçip meyve topluyor benim için. Eriği pis bulduğumdan yemiyorum ama dut verirse anında götürüyorum. Annenin psikilojisi böyle tuhaftır işte yavrum. Geçen gün Gözde'ye yazdığım gibi "şu beynimi bir aldırsam da midem de diğer organlarım da bir rahat nefes alsalar artık"

Uyurken mutlaka sallanmak istiyorsun hınzır seni. Ben türküler söyleyerek uyutuyorum seni, baban kendi dilinde tuhaf sesler çıkararak. Sallama ve uyutma faslı bitip de yatağına bıraktığımızda seni hemen yan dönüyor ve uyumaya böyle devam ediyorsun. Çok hoşumuza gidiyor bu. (Müzi'nin çok hoşuna gitmiyor. Hep aynı tarafa dönüyorsun, kafan yamuk olacak diye endişeleniyor)

Bol bol konuşuyoruz seninle. Sen de özellikle sabahları tuhaf sesler çıkararak karşılık veriyorsun bize. En çok da "uuuu" dememizden hoşlanıyor ve gülüp sen de tekrarlıyorsun. Karşılıklı "uuu"laşıyoruz uzun uzun.

Sözün özü büyüyorsun oğlum, bizi çocuklaştırarak hem de. Ne güzel.

Hiç yorum yok: