29 Temmuz 2008 Salı

Yağmur yağdığında...

Bugün sabah gördüm ki insanın yaşamına renk katan biraz da küçük, küçücük zevkleri... Bir zamanlar yağmur yağdığında heyecanlanır; en yakın kapalı mekanda -özellikle de evde- sütlü kahve içmek için sabırsızlanırdım. Bu sabah tatlı bir yaz yağmuru eşliğinde işe gelirken çok özledim bu küçük zevkimi. Gelgelelim son zamanlarda canımın en son isteyeceği şey bir sütlü kahveydi... Yağmurda içerde olma keyfiyle yetindim...

Görülen o ki seninle birlikte kimi küçük zevklerimize hoşçakal diyeceğiz... Elbette çok daha büyüklerini yaşamak için. Yağmurlu havalarda seni kucağıma alıp, usul usul şarkı mırıldanırken camdan yağmuru izlemek gibi. 

Babana söyleyelim de o çok istediğimiz sallanan sandalyeyi evin en manzaralı penceresinin önüne koysun. Bütün yağmurları huzurla, mutlulukla izleyelim...

28 Temmuz 2008 Pazartesi

Abinden yeni öneriler

Abin arkadaşlarıyla tatile çıktı ilk kez. Neredeyse bir aydır Efe, Ulaş ve Taylan kuzeninle birlikte Mersindeler. Şimdilik tek dertleri yemek gibi görünüyor. Geçen gün "sürekli tavuk yiyoruz, yumurtlamaktan korkuyorum" diyordu. 

Gelelim bizim mevzuya. Abin tatilde ama bos durmuyor ve senin için isim aramaya devam ediyor. Yeni önerileri ise şöyle: Ali, Asım (şaka yapıyor da olabilir). Aaa bir tek bunlar kalmış ya aklımda. Neyse kendisi yazar sonra... Ali ismi babanın da hoşuna gitti. Fıratla uyumlu olduğunu düşünüyor. 

Ali Fırat Özken. Bu ne ya politikacı ismi gibi mi oldu yoksa bu?

Anadolu'nun bağrından kopup gelen
Belediye başkanımız Ali Fırat Özken 

25 Temmuz 2008 Cuma

Eşittir annen

Yaşamın ilk dönemlerinde kılçığından arındırılmış balık yersin. Ve fakat sonraları kılçığı senin ayıklaman gerek, kılçıksız balık yemen için. Bu, insan evladının yarınını örgütlemek için karşılaşmış olduğu ufak problemlerden biri. Ne zaman problem olmaktan çıkar? Kılçık ayıklamayı öğrendiğin zaman... Öğrenmenin de birçok yolu ve yöntemi var. Hemen aklıma gelenlerden birkaçını söyleyeyim, okuyarak (çok önemli), görerek (bu da önemli), duyarak (önemli), dokunarak (önemli), tadarak (önemli) ve yaşayarak (bu da çok önemli). Bu önemli ve çok önemli şeylerin, gereklerini yerine getirirsen o kadar iyi, senin ve etrafın için. Bütün bunları şunun için yazıyorum, problemi gerinde bırakmak için bilmenin yanında çözüm bulacak kurum ve kuruluşlar, kişiler ve araçlar gerekiyor. Kurum ve kuruluşlar, kişiler ve araçlar; bunlar eşittir annen.


24 Temmuz 2008 Perşembe

Aklıma gelmişken

Baban zaman zaman seninle farklı cinsiyetlerimiz sebebiyle paylaşacaklarımızın sınırlı olacağını düşünüyor. Ben ise hiç öyle düşünmüyorum, hatta seninle her şeyi büyük rahatlıkla paylaşacağımıza eminim. Eminim çünkü Barış dayınla ilişkimiz bir ipucu veriyor bana. Onunla daha o küçücükken başlayan çok özel bir ilişkimiz oldu bugüne kadar. Kimseye açmadığı dertlerini açtı bana, zaman zaman kimseyle eğlenmediğimiz kadar çok birbirimizleyken eğlendik. Her türlü ilkel yanımızı da açığa çıkardık birlikteyken gözyaşlarımızı da... Demek erkek ya da kadın olmak ya da arada epey yaş olması fark etmiyor. Esas olan açmak birbirine kendini. Ben kendimi sana açacağım, biliyorum ki sen de bana...

Umarım kitabının bu sayfasını okurken zaman haklı çıkarmış olur beni :) Şimdiden söyleyeyim her şeyi babanla paylaşmaya kalkarsan huysuz kadının biri olurum ve en iyi baban bilir ki huysuzken çekilmezimdir.

Suda

"Ben havuzdayken ikimiz de aynı anda suyun içinde ve huzurlu oluyoruz." bunu düşündüm bugün yüzerken. Ve sonra her zamanki gibi seni merak ettim... Yeni doğan seni, ilk kez gülümseyen seni, bir yaşındaki seni, konuşmaya başlamış olan seni, çocukluk korkuları olan seni, ilk aşkın mutluluğu ya da belki de acısı içindeki seni... 

Her bir seni şimdiden ayrı ayrı sevdim.

22 Temmuz 2008 Salı

Oyuncak demişken...

Bundan birkaç sene önce; baban, Barış dayın ve ben Oyuncak Müzesi'ni ziyaret ettik. Girer girmez hepimiz bizi çocukluğumuza götüren oyuncaklarla karşılaştık. Barış uzaktan kumandalı bir robota bakıyordu "vay be" diyerek, ben elde ileri geri oynatıldığında hareket eden karakterlerin olduğu minik bir tablet şeklindeki oyuncağa... Peki ya baban? Evet küçüğüm bunu açıklamak zorundayım sana... Baban oldukça eskimiş, paslanmış bir konserve kutusuna bakıyordu. Sanki yıllardır (utanmasam yüzyıllardır diyeceğim) toprak altındaymış da bir el onu zorla çekip çıkartmış gibi ordan duran bir konserve kutusu...

Kendisini çocukluğuna götüren bu teneke kutudan daha önce bana bahsettiği için gördüğümde çok gülmüştüm. Çocukken her şey çok daha büyük gelir insanın gözüne, büyüyünce tekrar o "büyük" şeyleri gördüğünde küçüklüklerine şaşar kalırsın. Baban da eski alışkanlığıyla olsa gerek bana bu kutudan bahsederken yaptıkları bir işlem sonrasında kutunun 100 metre yukarı fırladığından bahsetmişti. 100 metrenin yaklaşık kaç apartman katı olduğunu söylediğimde minik bir hayal kırıklığı yaşamıştı. 90, 70, 50, 30, 10 derken 1 metreye kadar gerilemişti. 

Baban teneke kutuyla oynadı, annen minik mekanik oyuncaklarla, dayın robotlarla, abin playstationla... Bakalım sen nelerle oynayacaksın. 

Ne ile oynarsan oyna, büyüdüğünde Oyuncak Müzesi'ne gidip, bizlerin oyuncaklarını görmeyi unutma. Özellikle de 100 metre fırlayan konserve kutusunu...

21 Temmuz 2008 Pazartesi

Masal...

Bundan yıllar yıllar önce, şehr-i İstanbul'da bir gün...

Kocaman bir adam ve küçücük bir kadın sıradan bir günde sıradan bir iş için sıradan bir matbaaya gitmişler. O zamanlar bu adam ve kadın aynı işyerinde çalışıyorlarmış. Bir de arkadaşları varmış yanlarında bu küçük iş ziyareti sırasında.

O günlerde henüz bu çift ile arkadaşları pek de yakın değillermiş birbirlerine -"Düşeceğim tuzakları önceden gören, yalnızlığın ortasında yanımda duran, inandığım alıştığım paylaştığım"- sadece aynı ortamı paylaşıyorlarmış belki de sadece o zamanlar.

Dolayısıyla bu ikilinin arasında neler yaşandığının tanığı değilmiş arkadaşları. Taa ki o güne kadar.

İşte o gün büyük ve gri makinaların arasında renkli, pırıl pırıl birşey olmuş. Kocaman adam tam önünde duran küçük kadının başının üstüne doğru hafifçe eğilmiş ve büyük bir sevgiyle onun saçlarını koklamış. Bunu öyle tatlı, öyle aşk dolu ve öyle şefkatli bir şekilde yapmış ki, ve tam bu esnada kadının yüzü öyle güzel aydınlanmış ki yanlarındaki arkadaşları o anda anlamış bu adam ve kadının birbirlerine nasıl da aşık olduğunu...

ve sonra, yıllarca görmüş bunu düşünmekte ne kadar da haklı olduğunu, onları birlikte gördüğü her an içine bir huzur ve mutluluk dolduğunda.

ve onlar yıllar geçtikçe daha da çok sevmişler birbirlerini ve bir gün bu dünyaya işte bu sevgiyle büyütecekleri bir bebek getirmeye karar vermişler.

Bu bebek sensin canım, bu kocaman adam senin baban, küçücük kadınsa annen...

Sizi seviyorum.

Annenden oyun tavsiyeleri

İlkokul döneminde belki kitaptan birkaç sayfa okuma başlamış olursun. he-ce-le-ye-rek... İşte bu dönemlerde Ozan dayınla en sevdiğimiz oyunları yazıyorum sana, belki sen de bir an için bilgisayar dünyasından sıkılırsın diye. İstersen sana seve seve eşlik de edebilirim.

TAMİRCİLİK
Yemek masası tamir atölyesi olarak kullanılmak üzere hazırlanır. Önce tüm sandalyeler masadan daha uzak bir yere dizilir (mutlaka puflu olmalılar). Sandalyelerin dizildiği yer otoparktır. Masanın üstünde örtü varsa ne ala azıcık çekiştirilerek üstü iyice kapanır. Yoksa anneden bir çarşaf istenip masa tamamen kapatılır. Masanın da 12 kişilik, eski tip olanı makbuldur ama senin bulman biraz zor. Artık küçük bir tamirhaneyle idare edeceksin. Sandalyeler sırt kısımları yere gelecek şekilde yatırılır. Sırt kısmına oturulur. (Popoyu koyduğumuz yer göstergelerin olduğu yer.) Sandalyelere vites yapmak için babanın alet çantasından tornavida çalınır. Sen direkt isteye de bilirsin. Tornavida sandalyenin oturma yerine saplanır (kızacağımı sanmıyorum). Şimdi zor bir görev seni bekliyor. Direksiyondan (Sandalyenin oturma yerine yakın olan ayak kısımları) tuta tuta popoyu hafiften kaldıra kaldıra doğru tamirhaneye gitmelisin. İstenirse arada tamirhaneye kadar yarışılabilir. Biz Ozan dayınla arada yarışırdık daha heyecanlı oluyor.

Tamirhaneye varıldığında bir kişinin derhal tamirci olup masanın altına yatması şart.  Arada sandalyelerin ayaklarının arasına zor manevralarla girip, tuhaf yorumlar yapılmalı. "Motor patlamış", "tekerler yanmış" gibi.

Bu oyun sıkıcı yaz günlerinde bizi en azından bir iki saat götürürdü. Bakalım seni de götürecek mi?

BAKKALCILIK
Harçlıklar sinsi sinsi biriktirilir. Bunu Ozan dayın süper becerirdi. Sonra bakkala gidilir ve bir sürü küçük küçük şey alınır. Bunlar evin balkonunda tezgaha yayılır. Evden de birkaç şey eklenir tezgaha. Sonra müşteri beklenmeye başlanır. Bu müşteri ben olurum, eve gelen misafirlerin çocukları olur, anneannen olur, deden olur. Anlayacağın Ozan dayın haricinde herkes olur. Sen de kendine uygun bir kitle bulursun artık. Neyse, bakkaldan 3 liraya alınan mallar itinayla 5 liraya satılır. Balık tutmak gibi sabır ister bu oyun. Evin balkonunda kaç müşteri çıkar ki. Tüm malların bitmesi birkaç günü bulabilir. Abine satış yapacaksan Snickers al bol bol. Özellikle akşamları iyi paraya satarsın. Baban için elma, brokoli gibi sağlıklı yaşam ürünleri, benim için rulo kat, eti puf gibi anlamsız ürünler...

Ayıptır söylemesi biz bu oyunu Ozan dayınla üniversitedeyken bile oynardık arada. Yalnız bu sefer bakkal ben olurdum. Torbada bol miktarda ürünüm olurdu, dayın geceleri ağıma düşerdi. Birkaç parça mal aldıktan sonra fiyatını öğrenince çıldırırdı. Çünkü ben elimdeki fişe bakar misal ürün 2 milyonsa 2.5 milyon isterdim. "Ya" derdi "Gecenin bu vakti bu ürünlerden bulma şansım yok, satsana 5 milyona. İşi hiç bilmiyorsun hiç" Ve evet o zamanlar milyonlar vardı...

KALECİ ALIŞTIRMA
Babanın çoraplarından bir iki tanesi alınır. İç içe geçirip top haline getirilir. Evdeki koltuklardan biri kale olarak belirlenir. Evden bir kurban bulunur ve "hadi gel seni kaleci alıştırayım" denir. Kaleci olacak kişiyi bulduktan sonra gerisi kolay akşama kadar at dur golleri. Yalnız bu oyunu babanla oynaman mümkün değil; çünkü evdeki bütün kaleleri gövdesiyle kaplayacağından gol atman biraz zor. Sen Ozan dayın gibi kurban olarak sürekli beni seç istersen.

Amma uzun yazı oldu ha. Gerisini de bizzat yaşayarak öğretirim sana. "En uzak dağa çıkmacılık" gibi köyde oynanan ve her seferinde hayal kırıklığıyla biten oyunları ise öğretmek isteyeceğimi sanmıyorum.

miyav miyav

Kuzenin Sude ile ilgili çok güldüğüm ve her kedi gördüğümde aklıma gelen bir anı var. Kayıtlara geçsin diye yazıyorum buraya... 

Sude ile dışarı çıkıyoruz. "tedi de gelecek mi?" dedi. Ben dedesiyle ilgili bir şey söylüyor sandım ve "dede mi?" deme gafletinde bulundum. Bizimki kafasını kaldırıp ne dese beğenirsin "miyav miyav" herhalde bir an için benim miyavın kedi olduğunu bilmediğimi düşündü. Anlayacağın rezil olduk çok bilmiş Sude'ye...

Sude henüz iki yaşında; ama diyebilirim ki neredeyse bir yetişkininki kadar geniş kelime dağarcığı. Bilumum bağlaçları, kipleri, sıfatları, zamirleri yerinde ve doğru kullanıyor. Örneğin; "bak o da bununla oynuyor" diyebiliyor ya da "kapıyı sıkı sıkı kapat"... Hepimizin favorilerinden biri de "cemal gelmesin". Babandan biraz çekinirdi de... 

Her cümlesinde şaşkınlık içinde kalıyorum. Hastanede yattığında (ki henüz bir buçuk yaşındaydı) babam ziyaretine gitmiş. Diğer dedesi de ordaymış. Babam gideceği zaman odadan çıktığında arkasından "dede dede" diye değil, "cemaaaal cemaaal" diye bağırmış. Biz neden öyle bağırdığını ancak yarım saat sonra anlayabildik. Diğer dedesi üstüne alınmasın diye :) Hastayken bile kafası zehir gibi anlayacağın senin bu kuzeninin.

Hem Sude kuzeninle hem henüz ismini bilmediğimiz, seninle aynı günlerde aramıza katılacak kuzeninle harika ilişkiler kuracağınıza eminim. 


20 Temmuz 2008 Pazar

Barış dayı: yazı:3, sayfa: belli değil

Böyle sıkıcı mı olacak ne! Arada bulmaca felan mı versek. Tam kafa gittiği an bulmacayı çözer. Gerçi kaç yaşında verilecek bu da kararlaştırılmalı bir an önce. Şimdi sudoku veririz olmaz. Yaşa göre bulmaca lazım. Bence 18+ da verilmeli. Zaten o zamana kadar ben bile bir şiir yazarım, siz de burdaki şiirleri kitaplaştırıp satarsınız.

Bir de buraya cinsiyeti erkek yazdık, şimdi kız olursa sonra bunları okuduğunda gücenmesin? Az kaldı erkek olacakmışım yaa deyip bunalıma felan girer allah korusun.

18 Temmuz 2008 Cuma

Anlamak

Arkanda zaman bıraktıkça, bileceksin birçok şeyi, bu birçok şey o kadar çok sey ki anlayacaksın da, zaman arkana düştüğü zaman (çok sonra açıklarım ne demek istediğimi). Anlaşılmaz sanma ki sadece benim. Benden daha çok anlaşılmazlar var (Aramızda kalsın annen konuştuğu zaman inan yüzde otuzunu anlıyorum. Çok hızlı konuşuyor yetişemiyorum) ben iyi sayılırım. Konuşmakta güçlük çekerim ama düşünmekte hiç değil. İlk zamanlarında beni anlayacağını çok iyi biliyorum (en azından ikinci yılın sonlarına kadar anlaşırız da sonra sen konuşmayı öğrenince anlaşabilir miyiz bilmiyorum). Her şeye rağmen ben seni anlayacağım.

İnsan acılarını sever mi?

Eğer hamileyse ve bunlar hamilelik kaynaklı rutin rahatsızlıklarsa evet, büyük ihtimalle... Çünkü çektiği her fiziksel acı, her rahatsızlık bebeğinin varlığını anımsatır. 

Gece 3 kere tuvalete kalkarsın mesela, her seferinde bebeğinin orda olduğunu hissedersin. Bir an gözün kararır, hemen ertesinde varlığını hatırlarsın. Bacağına minik bir kramp girer, sen karnını okşarsın. 

Belki çok az sorun yaşadığım için işin böyle iyi kısmına odaklanabiliyorum. Bilmiyorum; ama varlığını hatırlamayı seviyorum. İşte bu yüzden ilk hareketlerini hissedeceğim günü büyük bir heyecanla bekliyorum. Sanırım çok az kaldı. 

Baban şimdilik hareketlerini değil ama sıcaklığını hissediyor. Göbeğimde belli bir noktanın diğer yerlerden daha sıcak olduğunu söylüyor ve elini hep oraya koyuyor. Sen de babana kıyak geç, orda değilsen bile kımıldayıp, onun elinin olduğu yere gel olur mu?

Rüyalar gerçek olsa... (yanmıştım!)

Annenin rüyaları çoğu zaman Dali amcanın (bebeklerle konuşurken herkes amca, herkes dayı. Kusura bakma Bay Salvador Dali) tablolarını aratmayacak niteliktedir. Sen de benim bu tuhaf rüyalarımdan epey nasiplendin. İşte birkaç örnek:

Portakal bebek
Rüyalarımdan birinde bir portakal doğurmuştum. Bildiğin portakal. Washington cinsi olma ihtimali yüksek. Bebeği (benim için bebek onlara göre portakal) kucağıma alıyordum ve şöyle diyordum "ya neden benim de yüzü olan bir bebeğim olmadı". Sonra ahlanıp vahlanmayı bir kenara bırakıp seni emziriyordum. Portakalın arka kısmı olur ya işte orası ağzındı. Bir iştahla emiyordun ki... Bildiğin portakallı süt oluyordun böylece. İşin ilginci bu anlatınca korku filminden bir sahne gibi görünen görüntüler beni hiç de korkutmuyordu. Anne yüreği işte; portakal da olsa bebek bebektir :)

Parmak bebek
Geçelim bir başka rüyaya. Bu rüyamda da serçe parmağı kadar minik bir bebektin. O kadar miniktin ki anlatamam (serçe parmağı kadar dedigimde yeterince anlatamamış oluyorum demek). Rüyamda altının değiştirilmesi gerekiyor ama nasıl yapacağımı bilemiyorum. Neyse bir şekilde yapmam gerektiği için altını açıyorum. Açmaktan daha çok, sonra kapatmak endişelendiriyor beni. Bezini açınca bir de ne göreyim; meğer altına pislememişsin bile. Büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorum. Bir sana (solucan gibi bir şey işte) bir açıkta duran beze bakıyorum. İçimden bir tek ağlamak geliyor.

Kendi kendine büyüyen bebek
Bu rüya diğerlerine oranla epey önde. Çünkü farklı üç beş versiyonunu görmüşümdür. Koltukta unutulan bebek, takside unutulan bebek gibi... Rüyam şöyle; seni doğurmuşum ama unutmuşum bunu. Herhangi bir iş yaparken birden aklıma geliyor; "aaa bebek yapmıştık ya biz" diyorum. Seni arıyorum, ararken de "Ne olacak şimdi doğurduk, unuttuk. Allah bilir ne oldu" diyorum. Sonra bir bakıyorum oooo kocaman olmuşsun bile. Vay be diyorum en güzel zamanlarını kaçırdık. Sanki filmin en güzel sahnesini kaçırmışım. "Kadın kadın çocuk bir damla süt emmeden, kim bilir nasıl büyümüş sen hala işin keyfindesin." diyen bir figüran teyze yok neyse ki bu rüyada. Olsa da hatırlamazdım zaten.

Hiç mi normal rüya görmedin anneciğim dersen; "merak etme yavrum" derim, rüyalarımdan birinde Herman amcanın ekranında tatlı tatlı ve normal normal bakıyordun bize... Demek kantarın topuzu sen dışarı çıkınca kaçıyor.

Bu arada umarım psikanalist falan olmazsın. En tatlı hobilerimden rüya anlatmanın bir kabusa dönmesini istemem.

16 Temmuz 2008 Çarşamba

Sitemkar barış dayı

Burda yazılanların hepsini okudum ve hürücan cemal siz haksızsınız size laflar hazırladım:
Ben burda bir sevgi selinin oluştuğunu görüyorum (şiirler felan) ve bu beni korkutuyor. Şayet size muz ve yemek yemeye geldiğimde evde de böyle bir ortam olursa, bu beni derinden yaralar. Yiğenim "seni seviyorum anne", "seni seviyorum baba" gibi iki ayrı cümle kurmak isteyebilir ayrıca "ben dışarı çıkyorum anne baba görüşmek üzere" diyebilir. Çıkmadan önce dudaktan öpüşmeler felan görmek acaip kötü bişe olur yaaa. Bak koçum sen sen ol biraz sert ol. Dışarı çıkarken "hadi görüşürüz ben dışarı çıkıyorum" de. Böyle "seni seviyorum maammm deeet"cilikten uzak dur. Böyle ol sana yıllarca biriktirdiğim bilgisayar oyun koleksiyonumu hediye edim. Tabii 18 yaşını doldurunca. Yav böyle de insan kendi kendine konuşuyormuş gibi hissediyor ya neyse. Bu arada bence bu kitap 18 yaşını doldurmadan verilmemeli. Daha aklı başında daha anlayarak okuması için bu şart, ziraa ben 24 yaşındayım bazı yazıları hala anlamadım. Görüşürüz.

15 Temmuz 2008 Salı

İşte sen

Erkek ?

Bu muayenede tamamen sağlıklı bir bebek olduğunu söyledi General Herman. Ben biraz çekingen cinsiyetini sordum. Erkek soru işareti dedi... Biraz onun tecrübesine duyduğum güvenden biraz sağlamcı bir yapısı olduğunu düşündüğümden ben kesin erkek o zaman dedim. 

Cinsiyetinle ilgili haber de varlığınla ilgili haber gibi jet hızıyla yayıldı. Haberi en çok abine vermek için sabırsızlanıyorduk. Baban da önce onu aradı zaten. Daha haberi vermeden, abin pipisi var mı diye sordu... Kesin olmadığını belirterek "evet, var" dedik. Çok mutlu oldu. Biz de elbette onun mutluluğu karşısında bir kat daha sevindik. Artık abin isim bulma macerasında biraz daha rahat. İhtimaller yüzde elli azaldı. Yeni önerisi ise Mert... Sonuç olarak neye karar verecek biz de merakla bekliyoruz. 

Oğlum... Ne kadar da tuhaf geliyor bana şu an bu kelime... Büyük bir keyifle alışacağım.

Öyle mutluyum ki...

Haftalardır kaygılar bırakmıyordu peşimi, bir an olsun her şeyin yolunda gittiğini düşünmeye çalışsam da sonrasında hep soru işaretli karamsar ihtimaller geliyordu aklıma. Taa ki Herman'ın bizim için büyülü olan o ekranında seni görene dek... Babanın dediği gibi kocaman olmuştun, artık tam bir bebektin. her ne kadar daha önceden izlemiş, fotoğraflara bakmış olsak da; kendi bebeğimizi öylece karşımızda görünce ikimiz de şaşkınlığımızı gizleyemedik. Bıraksalar seni bütün gün izleyebilirdik... Nitekim eve geldiğimizde ilk işimiz ultrason fotoğraflarını uzun uzun incelemek oldu. Baban biraz daha zorlasa pankreasını bile görecekti. Elinde bir kurşun kalem "şu şu mu? bu bu mu?" diye bakıp durdu sana. 

Ben en çok bacaklarını sevdim. Karnına doğru hafifçe çekmiştin. Parmakların mini minicikti. Göbeğin ise kocaman... O göbeği bir an önce öpücüklere boğmak için sabırsızlandım.

Dün babanı da beni de çok mutlu insanlar yaptın... Artık hayatımız böyle geçecek sanırım, sen iyi oldukça biz daha iyi olacağız.

Sen hep iyi ol e mi?


Seni kerata

Senden önce dünyaya gelen insanlar kendi aralarında iletişim kurarlarken, senin de sık rastlayacağın ve de kullanacağın bir çok şey var. Bunlardan birini ben geçen gün kullandım, senin ultrasyon görüntün karşisinda, "görmeyeli amma da büyümüş kerata" diye. Kafan kocamandı. Annen de benim kafamın büyük oldugunu söyler, şimdiden merak ediyorum senin de kafan benim kafam kadar büyük olur mu? Aramizda kalsin abinin kafasi da büyük.

Bir öpücük

Her anne güzeldir, her baba kahraman...
Sanki bazıları daha bir güzel, daha bir kahramandır... Sizin gibi...
Uzaktan izlediğimi düşünmeyin sakın. Yanıbaşınızdayım. Daha önce yaşadığım bir masalı, sizinle birlikte yeniden yaşıyorum her okuyuşta. Ağlama isteğimi engelleyerek gidip oğlumun yanağına bir öpücük kondurayım.

Ayşe.

14 Temmuz 2008 Pazartesi

Çok büyük bir gün bugün

Bugün uzun zaman sonra yeniden göreceğiz seni. Çok hızlı büyüdüğünden haberdarız. Hareket etmeye bile başlamışsın. Artık tam bir bebe görünümündesin. Saat 15.30'da seninle randevumuz; her şey yolundaysa sanıırım saat 15.45 itibariyle çok mutlu insanlar olacağız. Şimdiden ne çok duygu yaşatıyorsun bize... Bir yanda sana dair kaygılar, bir yanda hayaller... 

Artık babanla ne zaman bir bebek görsek yolda, daha dikkatli bakıyoruz. Daha çok kaynıyor kanımız. İkimiz de her bebekte seni düşünüyoruz, seni izliyoruz... Baban bebek mağazalarının önünden geçerken, "bunları almaya gerek yok, ben hepsini yaparım" diyor. Sanırım yakında bebek bezi üretimi yapabileceğini bile iddia edecek :)

Haftalar geçmek bilmiyordu, sonra günler bir türlü geçmek bilmedi. Şimdi ise saatler...

Öğleden sonra görüşmek üzere canım bebe.

Uyku mu o da ne?

Babanla ilgili biraz dedikodu yapalım hadi. Baban ilginç bir şekilde uyuyan insanlarla diyalog kurabileceğini düşünür. Belki de sadece benimle bunu yapabileceğini düşünüyordur bilemiyorum. Ben ne zaman uyusam ve o ne zaman uyuyamamış olsa bol bol sohbet eder benimle. Sana dünden örnek vereyim... İşte babanın diyalog olmasını umduğu monologları:

- Hürücan hürücan uyuyor musun? Benim hiç uykum yok
- Salata yaptım çok güzel oldu. Etler de harika. 
- Caney caney caney işte meydaney (maalesef melodiyle)
- Beydağ, salatayı marulla yaptım, atom mudur nedir o dolapta.
- Fikret Başkaya'nın yazılarını okudum, atıyorum. Sen istersen internetten okursun. Okumanı isterim.
- Ben yüzmeye gideyim, sen de o arada işlerini bitirirsin.
- Muck.

Evet tüm bu konuşmalar ben uyurken gerçekleşti. Uyurken kızıyordum için için; ama uyandıktan sonra çok güldüm.

Komik adam vesselam senin şu baban.


11 Temmuz 2008 Cuma

büyüdün mü sen bıdık : )

sevgili annesinin biriciği tatlı bebek, nasılsın? henüz tanışamadık ama bu ara çok hızlı büyüdüğüne hiç şüphem yok. annengilin karnı öne doğru iyiden iyiye büyümeye başladı. görsen bir de güzelleşti ki. zaten çok güzel bir yüzü var ama bu aralar işteki onca sıkıntısına rağmen her sabah onu daha da aydınlık görüyoruz. senin aydınlığın da vuruyor tabii; senden aydınlık ne olabilir ki zaten hayatta. sen ve çağdaşların. en masum, en güzelimiz. bizim oralarda karnı öne doğru büyüyen, hamileliği sırasında bir kat daha güzelleşen kadınların oğlan çocukları olacağı söylenir. eğer doğruysa sevgili fıratçığın minik parmaklarından öperim. yok, benim şu son bir haftadır gibi hissettiğim gibiyse sevgili idilin minik burnundan öperim.

her halinizle güzelsiniz ah siz bebecikler. beşiğinizde ilk dönüş hareketlerini gerçekleştirmeye çalışırken canhıraş. ve de bir o yana bir bu yana sallanıp oturmaya çalışırken devrilmeden anacıkla babacığın arasına. üç tekerlekli bisiklet hızında ve tatlılığında emeklemeniz, pamuk şekeri misali ilk kelimeniz, ayakları yerden kesen ilk adımlarınız ve de varlığınız. inişlerimiz ve çıkışlarımıza rağmen bizi bir gülücüğünüzle bulutlara taşıyan kıymetli varlığınız...

özken bebek, şu an bana 5 adım uzaktasın. bu mutluluk bile ne güzel. bak işte neleri kadirsin daha şimdiden; hem belli mi olur bir gün dünyayı güzelliğe saracak bir makine yaparsın : )

başak ablan çalışsın şimdi. hoşçakal...

10 Temmuz 2008 Perşembe

Seninle dolu bir eve gitmek...

Çok yoğun ve stresli bir hafta geçiriyorum. Bugün de bu haftaya yakışır sıkıntıda oldu. Sonra az önce birden aklıma bir şey geldi; "seninle dolu bir eve gitmek". İçim kıpır kıpır oldu... Bir an için hayal ettim bunu. Seni kucağıma aldığımda nasıl da her şeyin kapının dışında kalacağını düşündüm. Kokunla, bakışınla, gülüşünle... 

Tabii sen gelene kadar ben babanın küçüğü olmaya, ona nazlanmaya devam edeceğim. Bu akşam da burdan çıkıp ona sığınacağım. Ve onun kucağı bugün de her şeyi unutturacak bana. 


9 Temmuz 2008 Çarşamba

Muko deden

Dün baban uzun uzun Muko dedenin gençliğini anlattı bana. Yaşam mücadelesini... Ben de seninle; dedenle ilgili unutamadığım ve senin de mutlaka bilmeni istediğim bir anıyı paylaşmak istiyorum. Baban daha nicelerini paylaşacaktır...

2007 yazında Mersin’de dedenlerdeydik. Hep beraber balkonda oturuyorduk. Derken dedenin koluna uçan hamamböceği kondu. Kocaman ve çirkin... Ben refleks olarak fırladım yerimden, baban eliyle itecek oldu böceği. Deden ayağa kalktı birden “ne yapıyorsun, dokunma hayvana” diye... Yumuşakça uzaklaştırdı hayvanı kolundan.

İşte böyle bir insandı deden. Her canlının yaşama hakkına saygı duyardı, her canlıyı severdi. Güzel çirkin, küçük büyük ayırmadan. Taa içinden... "İnsan"dı.

Kitabının bu sayfasını tekrar tekrar okumanı isterim.

Muko dedenin insanlığını unutmamanı...

8 Temmuz 2008 Salı

Şirketten bir diyalog

Cenk: Bence erkek olacak bebek
Başak: Bence kız, önce erkek diyordum ama artık kız olacağını düşünüyorum. Fırat derken bir şey hissetmiyorum.
Cenk: Erkek diyorum. Sen hiç Cemal abiyi gördün mü? Kızının olması mümkün değil.
Annen: Hahahah bunu hemen ufaklığa yazmalıyım.

Gönüllü

beklerken
gönüllü
biraz eskidik
yeni olduğun anlaşılsın diye

beklerken
gönüllü
biraz çekildik
yerin olsun diye

beklerken
gönüllü
yaşadık
sen çok yaşayasın diye

7 Temmuz 2008 Pazartesi

Abin sana isim arıyor

Haftasonu abinle senin isminin ne olacağını konuşuyorduk. Bizim seçtiğimiz isimler çok da hoşuna gitmedi ve kendisi de öneriler getirmeye başladı. İlk önerisi Yiğit'ti... Baban da ben de sıcak bakmadık. Sonra kız ismi olarak Cansu'yu önerdi. Zaten bir Cansumuz olduğu için sunulan bu teklif de oy çoğunluğuyla (babanın yirmi oya sahip oldugunu biliyor muydun?) kabul görmedi. Dilara önerisi babanın hoşuna gitti; benim çok içime sinmiş sayılmaz. Arayış devam ediyor. 

Sonuç olarak iki ismin olacak gibi görünüyor. Biri anne babandan biri abinden...

4 Temmuz 2008 Cuma

Dayının Montaigne hikayesi

Dayın da bahsetmiş zaten Montaigne'in denemeleri, birkac fantastik romanı saymazsak okuduğu tek kitaptı uzun süre boyunca. Sonra bu sene öğretmeni ödev verdi de Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna kitabını okumak zorunda kaldı. Ve kitaba bayıldı. Artık sevdiği yazarları soranlara verecek üç cevabı var: Montaigne, Sabahattin Ali ve Tolkien. Her ne kadar geri planında üç dört kitap olsa da klas bir liste :)

Gelelim Montaigne ile ilgili benim en çok güldüğüm hikayeye (yazarken biraz daha güleceğim için baban belki dayını bize haftada bir almaya karar verir). Babanla canımızın memleket meselelerinden birine çok sıkkın olduğu bir gün dertleşiyoruz. Dayın da artık sıkıntıdan patlamak üzere. Yine de uzaktan uzağa dinliyordu bizi. Sonra birden isyan etti "ya beni de aranıza alın ben de Montaigne okudum ben de sizin gibiyim" diye...

Evet dayın da aynı bizim gibi kuzucuğum, bunu onunla birlikte oldukça sen de göreceksin. Ve eminim onunla zaman geçirmekten çok keyif alacaksın. Dayın bence senin hediyelerinden biri... Bir diğer hediyenden Ozan Dayı'ndan da sonra bahsedeceğim. 

Dayından

eveeet sana burda güzel bir şiir yazmak isterdim ama hoşgeldin bebek yazıları ya da şiir yazamama kabiliyetsizliğimi benle tanışınca anlarsın. okuduğum tek güzel kitap montaigne o da bu tür yazılarda yardımcı olmuyormuş bunu şimdiden bil. zaten kitabı sana saklıyorum takıldığın yerlerde sorarsın diye.

babanla ilgili bilmen gereken bir şey var o da babanın beni pek sevmediği ve sık sık evden kovduğudur hatta giderken elime çöp bile verir. eğer sen beni çok seversen ona söyle nolur beni eve alsın. ben şu anda öğrenciyim (marmara üniversitesi bilgi ve belge yönetiminde) sen gelince param olur eve boş gelmem sana oyuncaklar alırım. bu arada bölümümün ne işe yaradığını sormadan bizzat göreceğin için de çok mutluyum

bu annenle baban yüzünden çok kitap okuyacaksın bebek çooook. hatta sana ilk verdikleri hediye de bir kitap oluyor dikkat ettiysen. sana tavsiyem hemen şeker portakalını okuyup kurtulman yoksa o seni bir yerde bulur ve okutur.

şimdi ben 24 yaşındayım sen 1 yıl sonra doğacaksın, okumayı öğrenmen 7 yıl sürse o zaman ben (ne yapıyorrr) 24+1+7=32 yaşımda olacam. bildiğin yaşlanacakmışım yaaa. o zaman ben biraz kitap okuyim de sana bir şiir yazim. hadi görüşürüz.

Borcundan belli olsun

Her çocuk (t.c. patentli) dünyaya sekiz bin yeni türk lirası borçla geliyormuş. O kadar parayı dokuz ay gibi bi süre içinde, misak-ı millisi daracık bi yerde nasıl yiyorsunuz anlaşılır değil.

Sen en az on beş bin yeni ve eski türk lirası borçla gel ki bizi şaşırtma.

Seni nasıl büyüteceğiz?

Bir ay önce bir mailde babana yazmıştım bu sorunun cevabını:

"Dostuna yarasını gösterir gibi der ya bir şiirinde Ahmed Arif... Ne içlidir ne güzeldir değil mi? 

Yaralarimi en cok sana, bir an bile düşünmeden, sorgulamadan, aslında hep sana gösterdiğim geldi aklıma. Senin her bir yaramı her gördüğünde öpüşlerinle nasıl da kolayca geçirdiğin... 

Sonrasında da “bir salkım söğüde su verir gibi” diyor canım şair. Bebeğimizi nasıl büyüteceğimizin gizini veriyor bize. Aslında hep içimizde taşıdığımız, hep öyle yaşadığımız bir giz.

Canım bebek.
Can koca."

Anneannenden bir mail

İşte harika bir anne adayı... Sen ne mükemmel bir anne olacağını biliyor musun? Ben çok eminim harika bir cocuk yetiştireceksin. Cemal de  zaten çok iyi bir baba ve bunu Aras'la kanıtlamış durumda. Aman tanrım şu anda nasıl heyecanlıyım anlatamam anneanne oluyorum. İkinci torun geliyor, artık yavaş yavaş yaşlanıyoruz. Torunlar bizi ne denli mutlu ediyor; onlarla gençleşeceğimize inanıyorum. Umarım barışın da çocuğunu kucağımıza alırız. Mükemmel anne adayını hasretle öpüyorum

Babandan

Baban senin gelişini şirket arkadaşlarına bloglarından işte böyle duyurmuştu:

"Dört Dörtlük Mutluluk

Komşularımıza duyurmak gerek, nüfusumuz bundan kelli yetmiş milyon+1 kişi. Ona göre ayaklarını denk alsınlar.

dördüncü haftanın dördüncü günü
yaşım kırk dört
hane sayısı dört
dört dörtlük mutluluk..."

3 Temmuz 2008 Perşembe

Sen ve abin

İDİL nehrinin de ARAS nehri gibi Hazar'a döküldüğünü biliyor muydun?
Peki FIRAT nehrinin ARAS nehriyle aynı topraklardan çıktığını?

Farklı kaynaklardan doğan ve aynı denize dökülen iki nehir...
Ya da
Farklı yerleri besleyen ama aynı bölgeden çıkan iki nehir... 

Her şekilde bir noktada buluşan...

Sen ve abin...

2 Temmuz 2008 Çarşamba

Hürücan'ın bebeğine mektup


Selam dostum,

Seninle tanıştığımızda boyun yaklaşık iki milimetreydi ve küçük bir tırtıla benziyordun. Annen röntgen filmindeki o minik insanla bizi tanıştırırken nasıl heyecanlıydı görmeliydin. Çok şanslı olduğunu söylemeliyim, çünkü annen röntgen filmindeki o halinle bile seninle gurur duyuyordu sanki ve ben, "bir insan, iki milimetrelik bir noktaya nasıl böylesine heyecanla ve sevgi dolu bakabilir?" şaşkınlığındaydım. 

Aramıza katılmana henüz 6.5 ay var. Annen müthiş bir heyecan içinde; seni bekliyor... Senden bahsedildiğinde gözleri parıldıyor. Zaten seninkiler bu ara senden başka birşey konuşmuyor; baksana blog bile yaptılar senin için... Aslında sen daha doğmadan, annenin babanın ve onların tüm arkadaşlarının hayatına dahil olmuştun bile. Yani doğduğunda, 9 ay 10 günlük bir tatilden dönmüşsün gibi karşılanacaksın. Lafın kısası burda herkes seni çok seviyor ve özlemle bekliyor. 

Sevgili dostum,
Şimdi gelelim hayatla ilgili nasihatlarıma:) 
Yok yok şaka... Annen anlatacak bol bol nasılsa, ben girmeyeyim o konuya:)

Mektuplar genellikle temenni ile biter, ben de gözlerinden öperek bir temenni ile bitireyim:
Umarım; özgür olursun, birey olursun, sadece sen olursun...

(be)beklerken

yaşıyoruz
gelişini,
şöyle böyle değil,
öyle böyle,
anlayacağın
dolu dolu
rengarenk

Hayallerimin perisi

Hoşgeleceksin 
Hayallerimin perisi
Bukle bukle saçlı 
İdil bebek misin?
Yoksa 
Kara kaşlı kara gözlü 
Fırat bebek mi?
Hoşgeleceksin
Kavgaya düşmanlığa
Aldırma sakın
Korkutmasın seni
Sivaslar, madımaklar
Bu ülkede Hrantlar
Ve Elifler yaşayacak
El ele
Korkma bebeğim
Aç gözlerini
Kardeşliğe