22 Temmuz 2008 Salı

Oyuncak demişken...

Bundan birkaç sene önce; baban, Barış dayın ve ben Oyuncak Müzesi'ni ziyaret ettik. Girer girmez hepimiz bizi çocukluğumuza götüren oyuncaklarla karşılaştık. Barış uzaktan kumandalı bir robota bakıyordu "vay be" diyerek, ben elde ileri geri oynatıldığında hareket eden karakterlerin olduğu minik bir tablet şeklindeki oyuncağa... Peki ya baban? Evet küçüğüm bunu açıklamak zorundayım sana... Baban oldukça eskimiş, paslanmış bir konserve kutusuna bakıyordu. Sanki yıllardır (utanmasam yüzyıllardır diyeceğim) toprak altındaymış da bir el onu zorla çekip çıkartmış gibi ordan duran bir konserve kutusu...

Kendisini çocukluğuna götüren bu teneke kutudan daha önce bana bahsettiği için gördüğümde çok gülmüştüm. Çocukken her şey çok daha büyük gelir insanın gözüne, büyüyünce tekrar o "büyük" şeyleri gördüğünde küçüklüklerine şaşar kalırsın. Baban da eski alışkanlığıyla olsa gerek bana bu kutudan bahsederken yaptıkları bir işlem sonrasında kutunun 100 metre yukarı fırladığından bahsetmişti. 100 metrenin yaklaşık kaç apartman katı olduğunu söylediğimde minik bir hayal kırıklığı yaşamıştı. 90, 70, 50, 30, 10 derken 1 metreye kadar gerilemişti. 

Baban teneke kutuyla oynadı, annen minik mekanik oyuncaklarla, dayın robotlarla, abin playstationla... Bakalım sen nelerle oynayacaksın. 

Ne ile oynarsan oyna, büyüdüğünde Oyuncak Müzesi'ne gidip, bizlerin oyuncaklarını görmeyi unutma. Özellikle de 100 metre fırlayan konserve kutusunu...

Hiç yorum yok: