Bir gün birisi General Herman'a "Hürücan seni aldatıyor. Bir dost" yazan bir mektup gönderecek diye korkuyorum; ama ne yapayım dayanamıyorum. Dün yine bir başka hekimle aldattım onu. İşin kötüsü ne zaman bir başka hekime sırf seni görmek için gitsem "neden burdasınız, düzenli gittiğiniz bir hekiminiz yok mu?" diye soracağından korkuyorum. Gitmeden önce üç beş bahane hazırlıyorum karşıma nasıl bir doktor çıkacağını kestirmeye çalışarak; "doktorum kongrede ve bebek hareket etmiyor bir süredir", "bir de sizin görüşünüze başvurmak istedim" (bu bahaneyi Boğaziçi'ndeki amca doktora yaranmak için bir kenarda tutuyorum.), "Kendi doktorumla sorun yaşıyorum" vb. Hiçbirine gerçeği söyleyemiyorum yani sadece seni görmek için sabırsızlandığımı ve dayanamadığımı...
Neyse ki dünkü doktor hiç soru sormadan yatırdı beni o güzel masaya... Tam karşımda bir plazma vardı seni görmem için. Karnımdaki soğukluk hissinin hemen ardından karşımdaydın. Aman da aman nasıl büyümüştün... Öyle tatlı tatlı yatarken birden hıçkırdın ve tüm vücudun oynadı yukarı doğru. Doktora "hıçkırdı mı?" diye sorarken hooop bir daha... İçimi öyle bir sıcaklık kapladı ki seni öyle hıçkırırken görünce. Orada kendi dünyanda ve capcanlı yaşıyordun işte. Üstelik artık neredeyse yarım kiloydun. 408 gramlık tosuncuğum benim.
Çıkışta babanı aradım. "Bugün kimi gördüm bil" dedim "Fırat'ı"... Çok şaşırdı, güldü ve telefonda konuşmayalım akşam tek tek anlat her şeyi dedi. Dayanamayıp hıçkırdığını söyledim hemen; baban da benim gibi bayıldı bu işe... Ne tuhaf şey anne baba olmak...
Senin 408 gram olmanı Büyük Londra Oteli'nin terasında bira ve muzlu frozen içerek kutladık. Güneşin batışını izlerken senin yaşamımıza doğuşunun mutluluğundan konuştuk. Ta içimizden hissederek bunu.
Canım...
4 Eylül 2008 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder