12 Eylül 2008 Cuma

Nişantaşı'ndan Beşiktaş'a inen yolda

Eğitimlerden çıkınca eve yürüyerek dönüyorum. Bütün yokuş aşağı yollar gibi Nişantaşı'ndan Beşiktaş'a inen yolu da çok seviyorum. Üstelik geçtiğimiz haftalarda çok gizli bir yerde yoldan bağımsız merdivenler keşfettim (tam bir keşif diyemem aa nerden gidiyor ki bu diyerek bir kadını takip ettim aslında). Güzel güzel iniyorum aşağıya. Dün bu yolu babanla yürüdük.

Yolda her zamanki gibi laf lafı actı ve baban çocukluğuna dair ilk kez duyduğum birkaç anısını anlattı. Bu anıları belki ilerleyen dönemde paylaşır seninle (kaybolduğu iki gün ve amcan Kemal'in kaybolduğu gün). Onu dinlerken anılardan çok bu anıları bunca yıl sonra ilk kez duyuyor olmanın şaşkınlığı içindeydim. Altı yıldır sürekli konuşuyoruz eski ve yeni şeylerden ama eskiler taksit taksit çıkmaya devam ediyor ortaya. Sanırım ömrümüzün sonuna doğru bu süreç tamamlanmış olacak ve babanla hafızalarımızı birbirimize geçireceğiz. Onun hafızasındaki pek çok şey benimkinde de olacak (ve tersi de geçerli tabii). Uzun soluklu bir çalışmaya imza atıyoruz aslında...

Çok yaşlandığımızda, hafızamız bize oyun oynamaya başladığında da bu kitabı okur öyle anımsarız geçmişin tatlı detaylarını. Tabii her zaman içlerine yenilerini ekleyerek. Geçmişe hapsolmayınca çıkar hafızanın keyfi...

Seninle ilgili hafızamız ise en başından beri ortak olacak. Ama büyük ihtimalle en çok onlar üzerinden geçilecek tekrar tekrar. "Hatırlar mısın bir gün Fırat..." diye başlayacağız cümlelerimize. Ve kimi zaman nemli gözlerle kimi zaman kahkahalarla noktalayacağız cümleleri.

Hafızamızda seninle birikecek anılar için epey yer var. Tepe tepe kullanmalı...

Hiç yorum yok: